İranlı diplomat Abdol Hossein Sardari, işgal altındaki Fransa’da yaşayan İranlı Yahudilere önemli yardımlarda bulundu (1940–1944). İranlı elçi Anoushirvan Sepahbodi, Fransa’nın Almanya tarafından işgal edilmesinin ardından 1940 Haziran’ında elçiliği yeniden kurmak için işgal altında olmayan Vichy’ye gitti. İran Başkonsolosu Sardari, bunun üzerine Paris konsolosluğundaki sorumlu kişi oldu. Sardari yetkilerini kullanarak Alman işgali altındaki Fransa’da yaşayan İranlı ve diğer Orta Asyalı Yahudileri, Fransız ve Alman yetkililer tarafından hazırlanan Yahudi karşıtı önlemlerden korumaya çalıştı.

Fransa’da yaşayan İranlı Yahudiler
II. Dünya Savaşı’nın başında Fransa’da İran, Afganistan ve Buhara’dan (Özbekistan Sovyet Cumhuriyeti ve antik Pers İmparatorluğu’nun eski kültür merkezindeki bir şehir) gelen yaklaşık 150 Yahudi yaşıyordu. Dilsel ve kültürel bağları paylaşan söz konusu Orta Asya Yahudilerinin çoğu 1917’deki Bolşevik Devrimi’nden kaçarak 1920’lerde Paris’e yerleşmişti. 1940’ta Almanların Kuzey Fransa’yı işgal etmelerinden sonra bu üç topluluğun temsilcileri, kendilerini Vichy Fransası ve Alman işgalci yetkililerine “Juguti” (Fransızcası: Djougoutes) olarak tanıttılar. Jugutiler, 1838’de İslam dinine geçmeye zorlanan ve Musevilik ibadetlerini evlerinde gizlice yerine getirmeye devam eden İranlı Yahudilerin soyundan gelenlerdi. Jugutiler, pasaport gibi resmî kimlik belgelerinde genel olarak Müslüman olarak tanımlanıyordu.

Alman İşgali
Alman işgali yetkilileri 27 Eylül 1940’ta, Fransa’da yaşayan tüm Yahudilerin kayıt altına alınmasını gerektiren bir yasa hazırladı. Paris’te yaşayan Yahudiler Seine Departmanı’nda, Paris dışındaki işgal altında bulunan bölgelerde yaşayan Yahudiler ise departmanın yaşadıkları bölgede konuyla ilgili görevli olan bir alt makamında kayıtlı olmak zorundaydı. 1940 Ekim’inde Sardari, Jugutileri korumak için duruma müdahale etti. Sardari, 29 Ekim tarihli mektubunda yasaları işgal altındaki Fransa’da geçerli olan Vichy yetkililerine Jugutilerin kültür ve topluluk içinden biriyle evlilik konularında Yahudi olmayan İranlılara benzediklerini ve Vichy Yasası kapsamında Yahudi olarak değerlendirilmemeleri gerektiğini iletti. Mektup başlığına “İran Bakanlar Kurulu” dikkatine yazan Sardari, şunları belirtti:

Söz konusu konsolosluk tarafından alınan ve 28 Ekim 1940’ta Paris’teki Alman Konsolosluğu tarafından onaylanan, Rusya’daki Yahudi olmayan ırklardaki Yahudi toplulukları ile ilgili etnografik ve tarihi bir araştırmaya göre... eski Buhara, Hive, Kokand Kağanlıkları bölgelerinde (günümüzde Özbekistan ve Tacikistan Sovyet Cumhuriyetleri sınırlarında yer alırlar) yaşayan yerel Yahudiler (Jugutiler), İranlı Yahudilerle aynı [ırksal] kökene sahiptir.

Araştırmaya göre Orta Asya’da yaşayan Jugutiler, yalnızca Museviliğin başlıca ibadetlerini yerine getirmeleri açısından Yahudi topluluğuna bağlıdırlar. Bu kişiler dil, soy ve âdet açısından yerel ırkla birleşmişlerdir ve komşuları İranlılar ve Özbekistanlılar ile aynı biyolojik nesilden gelmektedirler.

Juguti topluluğunun Paris’teki lideri savaş sırasında Semerkantlı (Özbekistan’da bir şehir) Dr. Asaf Atchildi’ydi. 1965 tarihli raporunda Alman işgali sırasında topluluğunun yaşadığı tehlikelere de yer verdi. 1941 yazında polise gidip kayıt olan altı Juguti tutuklandı ve çoğu, Paris dışındaki Drancy tevkif kampına hapsedildi. Atchildi’nin belirttiğine göre bazıları, Alman karşıtı direnişe karşı koymak için esir olarak tutuldu.

Polise gidip kayıt olmuş olan diğer Jugutiler tutuklanmaktan korkuyordu. Bu nedenle kendi evlerinde kalmaktan sakındılar. Atchildi, 1942 Şubat’ında Paris’teki Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen ve Jugutilerin Vichy’nin Yahudi karşıtı yasaları kapsamına girmediğini belirten, Almanlar tarafından onaylanmış doğruluk beyanını kullanarak iki esiri Drancy’den kurtarmayı başardı. Atchildi, “Juguti” tartışmasını topluluğun üyeleri olan Kachurine ailesine taşıdı. Aile ise kendilerini temsil etmesi için avukat Julien Kraehling ile anlaştı.

İran’ın Sovyet ve İngilizler Tarafından İşgal Edilmesi
1941 yılının Ağustos ayında Sovyet ve İngiliz kuvvetler İran’ı işgal etti. müttefikler, Mihver yanlısı gördükleri İranlı lider Reza Shah Pahlavi’yi (1925–1941) tahtını oğlu Mohammed Reza’ya (1941–1979) bırakmaya zorladılar. İsviçreli diplomatlar İran, müttefiklerin işgali altında olduğu için 1941 Kasım’ında İranlıların Fransa ve işgal altında olan tüm Avrupa’daki çıkarlarını koruma sorumluluğunu üzerlerine alarak İranlı Yahudiler adına başvurular gerçekleştirmişlerdir.

Vichy’deki İran elçisi hükümet tarafından geri çağırıldı. Ancak Sardari Paris’te kalarak Fransa’da yaşayan İranlı Yahudiler dahil tüm Yahudiler adına gayri resmî olarak çalışmaya devam etti. Asaf Atchildi’ye göre 11 Şubat 1942’de Sardari ona bir mektup yazmış ve Fransa’daki Jugutilerin lideri olarak ondan Vichy yetkilileri için hazırlamış olduğu Juguti listesine İranlı Yahudileri de dahil etmesini istemiştir.

Sardari, 29 Eylül 1942 ve 17 Mart 1943 tarihli mektuplarında Paris ve çevresindeki kasabalarda yaşayan İranlı Yahudileri tutuklama ve sürülmelerden korumak için onların durumuyla ilgili olarak Alman yetkililerle iletişime geçmiştir. 4 Mayıs 1943’ten kısa bir süre sonra Atchildi tarafından Yahudi Komisyonu’na bağlı Vichy yetkilileri için hazırlanmış olan “köken olarak İran, Afganistan ve Buhara’dan (Orta Asya) gelen ve Paris ve çevresindeki kasabalarda yaşayan Jugutilerin” 91 kişilik listesine 41 İranlı daha eklendi.

Fransa’daki “Nihaî Çözüm”
Sardari’nin Atchildi ile birlikte yaptıkları, evden çıkarma işlemleriyle aynı hızda ilerliyordu. Almanlar, Fransa’daki “Nihaî Çözüm” planını uygulamaya başlamışlardı. 16 Temmuz 1942’de Fransız polisi, Paris’te yaşayan 13.000’den fazla yabancı ve uyruksuz Yahudiyi tutukladı. Fransız yetkililer bekar yetişkinleri ve çocuğu olmayan çiftleri Drancy’ye hapsetti ve 8.000’den fazla kadın, erkek ve çocuğu, La Loiret Département’daki aktarma kamplarına gönderilmelerinden önce Vélodrome d’hiver’da (üstü kapalı bir spor kompleksi) bir hafta boyunca insanlık dışı koşullar altında tuttu. Bir ay sonra, Ağustos ayında Almanlar, alıkonulmuş olan hemen hemen herkesi 16 Temmuz 1942’de Drancy’den trenle Auschwitz’e sürdü. Çok azı hayatta kaldı.

Sardari 17 Mart 1943’te Paris’te yaşayan İranlı Yahudileri korumaya çalıştığının anlaşılmaması için Alman yetkililer için en ikna edici olduğunu düşündüğü Nazi etnik ideolojisini yansıtan bir dille Jugutilerin etnik olarak Yahudi olmadıklarını belirtti. Bu azınlığın üyelerinin sıklıkla Yahudi olmayanlarla evlendiğini ve Yidce ya da İbranice değil, Farsça konuştuklarını ve büyük oranda asimile olduklarını bildirdi. Sardari ayrıca İran’daki Jugutilerin “Müslümanlarla aynı vatandaşlık haklarına, hukukî ve askerî haklara ve yükümlülüklere sahip olduklarını” da ekledi.

1943 baharında Sardari’nin Kraehling ailesi ve İsviçreli diplomatlar aracılığıyla Atchildi ile birlikte yaptıkları başvurular sonucunda Almanlar, işgal altındaki bölgede yaşayan Jugutileri Yahudi karşıtı yasalardan hariç tutma kararı aldı. 1943 ortalarında Vichy yetkilileri de aynı politikayı izlemeye başladı. Tarihçi Warren Green, Almanların Fransa’daki Jugutiler ve Rus Karaylar ve Gürcü Yahudiler gibi diğer Kafkasya ve Orta Asyalı Yahudi etnik gruplarını hariç tutmasını, Sovyetler Birliği’ndeki Slav ırkına bağlı olmayan, komünizm karşıtı etnik azınlıklarla aralarında bağlar oluşturmayı hedefleyen daha geniş bir Alman politikasının bir parçası olduğunu savunur.

II. Dünya Savaşı Sonrası
Fransa’da yaşayan Jugutilerin büyük bir çoğunluğu işgalden sağ çıktı. Topluluğun bir üyesi olan Ebrahim Morady, 1994 yılında Los Angeles, California’da Hoşgörü için Simon Wiesenthal Center’da Sardari’yi onurlandırmak üzere düzenlenen bir seremonide bulunuyordu. Morady, kendi ailesi ve diğer iki aile üyesinin yanı sıra, Sardari’nin 17 Mart 1943’te Alman diplomat L. Krafft von Dellmensingen’e vermiş olduğu belgede yer alan 38 isimden biriydi. Morady ailesinden dört kişi, Atchildi’nin 4 Mayıs 1943 tarihinde Vichy yetkililerine vermiş olduğu 91 kişilik listede yer alıyordu.

1970’li yıllarda İran’ın BM büyükelçisi olan Sardari’nin yeğeni Fereydoun Hoveyda, 1998’deki bir söyleşide Sardari’nin 1942’de ayrıca 1.500 İran pasaportu çıkartarak Paris’te yaşayan, tehlike altındaki İran’lı olmayan Yahudilerin korunmasına yardım ettiğini belirtmiştir. Henüz bu denli mantıksız bir rakamı (Fransa’da yaşayan İranlı nüfusu düşünürsek Sardari’nin elinde bulundurmuş olabileceği sahte pasaport sayısını göz önünde bulundurarak) doğrulayacak herhangi bir belge ya da ifade yoktur. Sardari’nin İranlı olmayanlara yardım etmiş olduğunu belirten herhangi bir kanıt bulunamamıştır. Hoveyda, 1942’de amcasının yanında Paris’te kalmış olmasına karşın günlüğünde bu konudan bahsetmemiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası Sardari, İran diplomatlığına devam ederek Brüksel’de elçilik görevi yürütmüştür. 1950’lerin ortalarında diplomatlar heyetinden ayrılarak İran Ulusal Petrol Şirketi’ne katılmıştır. 1981’de Londra’da hayatını kaybetmiştir. Abdol Hossein Sardari, 1978 Nisan’ında ölümünden üç yıl önce İsrail’in ulusal Holokost anı merkezi olan Yad Vashem’in sorularına şu şekilde cevap vermiştir: “Bildiğiniz gibi Fransa’nın Almanlar işgali altında bulunduğu dönemde Paris’te İran Başkonsolosu olarak görev alma onuruna eriştim. Görevim itibariyle İranlı Yahudiler dahil, tüm İranlıları kurtarmak benim görevimdi.”

“Zero Degree Turn”
2007 yılında “Zero Degree Turn” adlı televizyon dizisinin Sardari’yi İran devlet kanallarında duygusal bir kahraman olarak sunması üzerine Sardari’nin savaş zamanında yaptıkları hatırlandı. Uzmanlar, İran başbakanı Makmoud Amidineijad’ın 2006 yılında Holokost’u reddetmesi ışığında dizinin İran’ın imajının onarılması için önemli bir çaba olduğunu ve İranlıların Yahudilere ve İsrail devletine karşı takındığı tavırlar arasındaki farkın altını çizdiğini belirtti.