MİHVER İLE İŞBİRLİĞİ

Savaş sırasında Nazi rejimi, dünyanın her yerinde kendi siyasî hedeflerini ileriye taşımanın ve Mihver nüfuzunu genişletmenin yollarını arayan çok sayıda hevesli işbirlikçi bulmuştur. Hindistan milliyetçisi Subhas Chandra Bose, Suriye gerillasından isyancı Fawzi al-Qawuqji, eski Irak Başbakanı Reşit Ali Geylani ve Kudüs’ün Büyük Müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî (Arap milliyetçisi ve önde gelen Müslüman dinî lideri) gibi sürgüne gönderilmiş bir sürü siyasî lider Berlin’e kaçmış ve buradan karışıklığı, sabotajları ve Müttefiklere karşı ayaklanmayı kışkırtmak amacıyla anavatanlarına çağrı yapmışlardır. 1941’den 1945’e kadar Avrupa’da sürgünde bulunan el-Hüseynî’nin statüsü, önde gelen bir Yahudi karşıtı Arap ve Müslüman lideridir.

El-Hüseynî, Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde Araplar üzerinde otorite açısından hiçbir kurumsal temel olmaksızın önerilen bir Arap ulusunun lideri olarak statüsünün Mihver kuvvetleri tarafından tanınmasının yolunu aramıştır. Ayrıca Filistin’de kurulması önerilen Yahudi anavatanını bertaraf etmek ya da “ortadan kaldırmak” amacıyla bağımsız bir Arap devleti ya da federasyonu için Mihver kuvvetlerinin açık onayını almaya çalışmıştır. Bu beyanatı, Arap dünyasında beklenen genel ayaklanma için bir koşul olarak vermiştir. Almanlar ve özellikle de Hitler, el-Hüseynî’nin meşrulaştırma yönündeki isteğini defalarca reddetmiştir. Çünkü İtalya ve Vichy Fransası ile gereksiz tartışma başlatma konusunda isteksizdiler. El-Hüseynî’nin Arap dünyasındaki fiili otoritesiyle ilgili şüpheler besliyorlardı ve dünya üzerinde Almanya’nın kollarının ulaşamadığı bölgelerle ilgili uzun vadeli beyanlar vermeyi sakıncalı buluyorlardı. 28 Kasım 1941’de Hitler, Alman basınında yer verilen bir toplantıda el-Hüseynî’yi kabul ettiğinde sempatik davranmış, ancak el-Hüseynî’ye istediği açık destek beyanını vermeyi reddetmiştir. Hitler’in cevabına karşın, el-Hüseynî yine de Nazi Almanyası ve Faşist İtalya ile birkaç yıl işbirliği yapmıştır. Arap dünyasına ve Alman kontrolü ya da nüfuzu altındaki Müslüman topluluklara radyo aracılığıyla Müttefik karşıtı ve Yahudi karşıtı propaganda yayını yapmıştır. Müslüman erkeklere Mihver ordusunda ve destek birimlerinde görev yapma telkininde bulunmak ve fikrini aşılamak için yollar aramıştır. El-Hüseynî, Almanların istediğini vermeyeceklerini ve topladığı Müslümanları onun tavsiyesine başvurmadan kullanmak niyetinde olduklarını anladıktan sonra bile 1945 yılına kadar hem Faşist İtalya hem de Nazi Almanyası ile birlikte çalışmaya devam etmiştir. Almanlar el-Hüseynî’ye koruma ve para sağlamış ve kazançlı görünen durumlarda onu kullanmışlar, ancak Arap dünyasının geleceği ya da el-Hüseynî’nin bu dünyadaki pozisyonu ile ilgili herhangi bir taahhütte bulunmayı reddetmişlerdir. Almanlar, el-Hüseynî’yi rahat ve hatta savurgan bir şekilde beslemiştir. Berlin-Zehlendorf’taki bir villayı ofisi ve konutu olarak kullanmış ve bu mahalleler, politikaları ve eğlencesi ile ilgili harcamalar için cömert bir aylık ücret almıştır.

Nisan 1942’de el-Hüseynî ve Geylani, Alman Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop’a ve İtalyan Dışişleri Bakanı Kont Galeazzo Ciano’ya ortak mektup yazmış ve Mihver kuvvetlerinin Arap dünyası için “akla gelebilecek her tür desteği sağlama,” Arap uluslarının bağımsızlığının ve birlik oluşturma haklarını tanıma ve “Filistin’de Yahudi ulusal anavatanı ortadan kaldırma” sözü veren bir beyanatta bulunmalarını istemişlerdir. Hitler, Arap bağımsızlığını destekleyen bir beyanatta bulunmaya karşı çıkmıştır. Mayıs’ta Almanlar el-Hüseynî’ye “Araplar bu bağımsızlığı kazandıklarında Alman hükümetinin Arap topraklarının bağımsızlığını tanımaya hazır olduğunu” belirten bir mektup göndermiştir. El-Hüseynî’nin gizli tutması gereken mektup el-Hüseynî’ye dair hiçbir referans içermediği gibi gerek Almanya’da, gerekse Ortadoğu’da Arap dünyasını temsil etme iddiasını meşrulaştırabilecek herhangi bir ifade de barındırmıyordu.

MİHVER ORDULARI ARAP TOPRAKLARINA GİRİYOR

1942 yazındaki askerî olaylar, Hitler’in sekiz ay önce tasavvur ettiği “gizli bir şekilde hazırladığı Arap hareketini başlatma” fırsatını el-Hüseynî’ye sunacak gibi görünüyordu. 1942 yazının sonlarında Mihver orduları Mısır’a akın edip Kafkas Dağları’nın kuzey geçitlerine sızdılar. Bununla birlikte Almanlar, Kafkasya’yı yarıp İran ve Irak’a geçmeyi umuyordu ve kitlesel Arap ayaklanması için Geylani ve Irak’ı konaklama bölgesi olarak tercih ediyordu. 17 Temmuz’da el-Hüseynî, Ciano’ya ve Alman ve İtalyan askerî istihbarat şeflerine, Mihver ile “Arap Ulusu” arasındaki işbirliğinin her yönüyle koordinasyonu için kendisinin Mısır’da bir merkez kurmasını önermiştir. Bu merkez radyo yayınları, basılı yayımlar ve broşürler aracılığıyla propaganda yapacaktı. Ayrıca sabotaj düzenlemek ve İngiliz hatlarının gerisinde ayaklanmaları kışkırtmak için Arap partizan birimlerini ve Mihver birlikleri ile “omuz omuza” çarpışacak düzenli Arap askerî birliklerini kuracaktı. El-Hüseynî, askerî birimlerin Arap üniformaları giymesi, Arap subaylar tarafından komuta edilmeleri ve komuta dili olarak Arapça konuşmaları hususlarında ısrar etmiştir. Almanlar, bir kez daha reddetmiştir: Hitler, “Araplardan hiçbir şey istemediğini” belirtmiştir. 1942 Eylül ayının sonlarında el-Hüseynî, Tunus’ta şunları yapacak başka bir pan Arap merkezi kurmayı teklif etmiştir: 1) Fransız Kuzey Afrika’daki Araplar ile bağları kuvvetlendirme, 2) Müttefik çıkarması olması durumunda Müslüman direncini sertleştirmek için silah, ajan, teçhizat ve para gönderme, 3) Kuzey Afrika’yı “her tür Müttefik, Bolşevizm ve Musevilik tehdidine karşı” savunmak için hazır bulunacak Arap askerleri toplama ve eğitme.

8 Kasım 1942’de Meşale Harekâtı ile 63.000 İngiliz ve ABD birliği Fas ve Cezayir’de karaya çıkmıştır. On gün sonra el-Hüseynî, yaşama kabiliyetinin Kuzey Afrika Arap devletlerinin bağımsızlığına dair Mihver desteğinin beyan edilmesine bağlı olduğu konusunda ısrar ettiği, Tunus’ta çok maksatlı bir pan Arap merkezi kurulması teklifini tekrar masaya koymuştur. Ne Almanlar ne de İtalyanlar buna ilgi göstermemiştir. Göçmen Arapların radyo vericileri üzerinden Yunanistan ve İtalya’da yayınladığı propagandaya karşın 1942 yılı süresince Akdeniz ile Basra Körfezi arasında önemli bir ayaklanma meydana gelmemiştir. 13 Mayıs 1943’te Mihver kuvvetleri Kuzey Afrika’da teslim olmuştur.

EL-HÜSEYNİ’NİN SAVAŞ DÖNEMİNDEKİ PROPAGANDA FAALİYETLERİ

Savaş süresince Mihver rejimleri Berlin, Bari, Lüksemburg, Paris ve Atina’da bulunan güçlü vericiler aracılığıyla bir düzineden fazla dilde günlük propaganda mesajları yayınlamıştır. Amerika doğumlu William Joyce (Lord Haw-Haw) ve yenilikçi şair Ezra Pound gibi bazı şahsiyetler kışkırtıcı söylevleri nedeniyle dile düşmüş ve dinleyici toplamıştır. Mihver radyosu tarafsız ülkelerde soyutlanma politikasını, düşman topraklarında yenilgiyi kabul etmeyi ve Müttefiklerin işgal ettiği topraklarda huzursuzluğu teşvik etmek umuduyla Asya’dan Amerikalar’a kadar dinleyicileri Müttefik karşıtı ve Yahudi karşıtı hitabet bombardımana tutmuştur. Diğer Arap yayıncılar ile birlikte el-Hüseynî de Mihver yanlısı, İngiliz karşıtı ve Yahudi karşıtı propagandayı Berlin’den Ortadoğu’ya kadar yaymıştır. Radyo yayınlarında Büyük Britanya’ya karşı bir Arap isyanı ve Filistin’deki Yahudi yerleşimlerinin imha edilmesi çağrısında bulunmuştur.

El-Hüseynî, çoğunlukla İngiliz ve ABD hükümetlerini kontrol eden ve Sovyet Komünizmi’ni destekleyen “dünya çapında bir Yahudi komplosundan” bahsetmiştir. “Dünya Yahudilerinin,” tüm Arap topraklarının ele geçirilmesi için bir hazırlık zemini olarak Arap ve Müslüman dünyasının kutsal bir din ve kültür merkezi olan Filistin’e sızma ve burayı hükmü altına alma amacında olduğunu savunmuştur. Onun dünya görüşüne göre Yahudiler Arapları köleleştirmek ve sömürmek, topraklarına el koymak, zenginliklerini elinden almak, Müslüman inanışının kuyusunu kazmak ve Arap toplumlarının ahlakî dokusunu bozmak niyetindeydi. Yahudileri İslam’ın düşmanı olarak yaftalamış ve özellikle 1943 ve 1944 yıllarında SS ile yakın ilişkiler kurduğunda Yahudileri ve Yahudi davranışını tasvir etmek için inceliksiz ırkçı terimler kullanmıştır. Yahudileri değişmez özelliklere ve davranışlara sahip bir toplum olarak betimlemiştir. Zaman zaman Yahudiliği bulaşıcı bir hastalıkla ve Yahudileri de mikroplar ya da basiller ile kıyaslayacaktır. Kendisine atfedilen en az bir konuşmada, Arapların gördükleri yerde Yahudileri öldürmesi gerektiğini savunmuştur. Sürekli olarak Filistin’deki Yahudi anavatanının “temizlenmesini” ve zaman zaman da tüm Yahudilerin Filistin’den ve diğer Arap topraklarından defedilmesini savunmuştur.

El-Hüseynî, İngilizleri Yahudiler için kolaylaştırıcı olarak tanımlamıştır. Balfour Deklarasyonu, bölme planı ve hatta Beyaz Bülten nedeniyle onları hiçbir zaman affetmemiş ve onları I. Dünya Savaşı’ndan sonra Arap çıkarlarına ihanet etmekle suçlamıştır. II. Dünya Savaşı’nda İngilizlerin (ve ABD’nin) kendi kaderini tayin etme vaatlerinin aldatıcı olduğu konusunda Arapları uyarırken Irak ve Suriye’de algılanan İngiliz suistimallerini ve Kuzey Afrika’da algılanan Anglo-Amerikan suistimallerini kanıt olarak göstermiştir. ABD ve Birleşik Krallığın eylemlerini Yahudilerin baskın nüfuzuna bağlamıştır.

El-Hüseynî, konuşmalarında ve yazılarında Almanya ve İtalya ile Araplar ve Müslümanların ortak çıkarlarına vurgu yapmıştır. Nazi Almanyası, Arap ve Müslüman dünyasının doğal müttefikiydi. Almanya hiçbir zaman bir Arap devletine sömürgeci hüküm dayatmadığı gibi, Almanya ve Arap dünyası aynı düşmanları da paylaşmaktaydı: Yahudiler, Büyük Britanya ve Sovyetler Birliği. El-Hüseynî, yalnızca Almanya’nın küresel “Yahudi sorunu” tehdidinin farkına vardığına ve bu sorunu küresel olarak “çözmek” için adımlar attığına işaret etmiştir.

El-Hüseynî, geniş bir Arap federasyonu ve nihayetinde Arap insanlarını ve İslam dinini sömürgeci kuvvetlerin istismarına ve Yahudilerin içlerine sızıp köleleştirmesine karşı savunma kabiliyetine sahip büyük bir güç olarak ortaya çıkacak bir birlik tasavvur etmiştir. Filistin’i, farklı Arap diyarları için merkezî ve bağlayıcı bir unsur olarak görmüştür. Sömürgeci kuvvetlerin ve Yahudilerin nüfuzunun bulunmadığı bir ortamda el-Hüseynî’nin Arap birliği ekonomik, kültürel ve manevî olarak zenginleşerek Müslüman dünyasının ortaçağdaki gücünü ve görkemini çağdaş bir bağlamda yeniden tesis edecekti. Arap ulusunun İran, Hindistan ve Sovyetler Birliği’nin Müslüman toplulukları gibi diğer topraklardaki Müslümanlar ile yakın ilişki içinde olmasını umuyordu.

18 Aralık 1942’de Arap göçmenler Berlin’de bir “İslam Merkezi Enstitüsü” (Islamische Zentral-Institut) açmış ve el-Hüseynî de büyük sponsoru olup açılış konuşmasını yapmıştır. El-Hüseynî, konuşmasında Yahudilere sert tepki göstererek Kuran’da Yahudilerin “Müslümanların en uzlaşılmaz düşmanı olduğuna” hükmedildiğini belirtmiştir. Yahudilerin “dünya üzerinde her zaman huzur bozucu bir unsur olacağını [ve] entrikalar çevirmeye, savaş çıkarmaya ve ulusları birbirine düşürmeye meyilli olduğunu” öngörmüştür. El-Hüseynî Yahudilerin Büyük Britanya liderliğini, ABD’yi ve “Allahsız komünistleri” etkilediği ve kontrol ettiği üzerinde durmuştur. Onların yardımı ve desteği sayesinde “dünya Yahudilerinin” II. Dünya Savaşı’nı başlattığını öne sürmüştür. Müslümanlara, düşmanlarının zulmünden ve baskısından kurtularak kendilerini özgürleştirmek için gerekli fedakârlığı yapmaları çağrısında bulunmuştur. Nazi propagandacıları, “İslam Merkezi Enstitüsü”nün açılışına ve el-Hüseynî’nin yorumlarına önemli ölçüde yer vermiştir. Alman haberleri, onun giriş yorumlarını filme almış ve basın da Yahudi karşıtı saldırılarını yayınlamıştır. 23 Aralık 1942’de Alman Dışişleri Bakanlığı, Ortadoğu’ya yapılan günlük bir Arapça haber yayını sırasında onun konuşmasını yayınlamıştır.

1944 yılının ortalarında el-Hüseynî, İşgal Edilmiş Doğu Toprakları Reich Bakanı Alfred Rosenberg’in ve Nazi Partisi’nin Kültür Bakanlığı Amirinin planladığı bir Uluslararası Yahudi Karşıtı Kongre’nin organizasyon komitesinde üye olmayı ve bu kongrede konuşma yapmayı kabul etmiştir. Kongrenin amacı, Yahudi karşıtı konuşmacılara söz vererek Müttefiklerin II. Dünya Savaşı’nda özellikle Yahudiler yararına savaştığını ortaya koydurtmak ve “Yahudi Halkı ile mücadele etmeye yönelik” stratejiler geliştirmek için uluslararası takip seminerleri yürütmek olmuştur. 22 Haziran 1944’ten sonra Doğu Cephesi’nde Alman Ordusu Grup Merkezi çöktüğünde Almanlar, 11 Temmuz 1944’te Krakov’da yapılması planlanan bu kongreyi iptal etmek zorunda kalmıştır.

YAHUDİ ÇOCUKLARIN KURTARILMASINI ÖNLEMEYE YÖNELİK FAALİYETLER

1943 baharında el-Hüseynî, Filistin’de binlerce Yahudi çocuğun güvenli bölgeye nakledilmesi için Almanya’nın Mihver ortakları ile İngilizler, İsviçreliler ve Uluslararası Kızıl Haç arasındaki müzakerelerden haberdar olmuştur. Almanlar ve İtalyanlar’ın yanı sıra Macaristan, Romanya ve Bulgaristan hükümetlerine yöneltilen protestolarla kurtarma operasyonlarını önlemeye çalışmıştır. Operasyonlardan vazgeçilmesini talep eden el-Hüseynî, çocukların “daha sıkı bir kontrole” tabi olacakları Polonya’ya gönderilmesini önermiştir. Çocukların Filistin’e nakledilmek yerine Polonya’da öldürülmesi yönündeki tercihi açık gibi görünmesine karşın bu mektupların etkisi sıfır olmuştur. Mektupları alan üç hükümetten hiçbiri çocukları Polonya’ya nakletmemiştir. Üstelik Almanlar, el-Hüseynî’nin müdahalesinden önce ve el-Hüseynî’den bağımsız olarak kurtarma operasyonlarını engellemiştir.

MİHVER ORDULARINA ARAPLARI ALMA GAYRETLERİ

El-Hüseynî, Arap dünyasına liderlik etme iddiasını meşrulaştırmak için Avrupalı-Arap topluluklarının askerlik çağındaki mensuplarını ve Arap mültecileri kendi denetimindeki silahlı birimler olarak organize etmeyi amaçlamıştır. Bu birimler, kışkırtmayı planladığı ayaklanmaları büyütmek için Arap topraklarında konuşlandırılacak ve gelecekteki pan Arap devleti ordusunun çekirdeğini oluşturacaktı. Bu birimler, ayrıca yüksek komutanları olan el-Hüseynî’nin Arap topraklarına lider olma isteğini garanti edeceklerdi.

1941 yılından itibaren Nazi rejimi, Alman Silahlı Kuvvetleri Wehrmacht’ın yanında Müttefiklere karşı savaşması için Avrupa’nın içinden ve dışından yabancı birlikler toplama girişiminde bulunmuştur. Alman propagandacılar, Batı medeniyetini “Yahudi Bolşevizmi”nden kurtaracak, Sovyetler Birliği insanlarını “özgürleştirecek” ve İngiliz, Amerikan ve Yahudilerin “plutokratik” emperyalizmini açığa çıkaracak bir “mücadele” için destek uyandırmak amacıyla Komünist karşıtı güçlü hassasiyetler üzerine oynamışlardır. Bu asker toplama kampanyası çerçevesinde 1945 itibariyle 500.000 kadar Alman olmayan asker Waffen-SS tümenlerine katılmıştır. Irak darbesinin çöküşünden bir ay sonra (Temmuz 1941) Abwehr, çoğu Avrupa’da yaşayan öğrencilerden ve mültecilerden oluşan Arapları Wehrmacht’ta (Alman Silahlı Kuvvetleri) asker olarak eğitmeye yönelik bir Alman-Arap Eğitim Departmanı (Deutsch-Arabische Lehrabteilung-DAL) kurmuştur. El-Hüseynî, 1941 sonbaharında Almanya’ya gelişinden sonra İtalyan savaş esiri kamplarında bulunan Arap askerlerin de aralarında bulunduğu daha fazla yeni askerî Eğitim Departmanı’na yönlendirmiştir. Bu birimi Arap subayların komuta ettiği ve komuta dili olarak Arapçanın konuşulduğu bir Arap ordusu olarak tasarlayan el-Hüseynî, Wehrmach dahilinde bir Arap özel operasyon birimi oluşturmayı amaçlayan Alman eğitim subayları ile tartışmıştır. 1942 yılında Eğitim Bölümü’nün Mısır’da önerdiği pan Arap operasyonları merkezini desteklemek üzere Kuzey Afrika’ya nakledilmesi talebine karşın Almanlar, bu birimi 20 Ağustos’ta Doğu Ukrayna’daki Stalino (bugünkü Luhansk) şehrine kaydırmıştır. Arap gönüllülerin güneye doğru ilerleyip Kafkasya ve İran’dan geçerek Irak’taki İngilizler ile çarpışmalarını planlamışlardı. Almanlar, Eğitim Bölümü’nü ancak 1493 yılının başlarında Tunus’a nakletmiştir ve bölümün buradaki performansı bir hayal kırıklığı olmuştur. 13 Mayıs 1943’te geriye kalan askerler Müttefiklere teslim olmuştur.

Reich Merkezî Güvenlik Dairesi, istek üzerine 1942 Temmuz ayının başlarında el-Hüseynî ve Geylani’nin yakın çevresindeki kişileri ayrıntılarıyla düşünülmüş, ancak yetersiz Oranienburg toplama kampı turunda ağırlamıştır. Kumandan, kamp deneyiminin tutuklular açısından “eğitimsel değeri” hakkında Araplara ders vermiştir. Ziyaretçiler, tutukluların yaptığı el aletlerini ve ekipmanları incelemiştir.

Buradayken Araplar Yahudi tutuklulara olan ilgilerini ifade etmiştir. El-Hüseynî’nin bir kurum olarak SS ile ilk önemli temasları 1943 ilkbaharında gelişmiştir. Bu dönemden önce Almanya’daki başlıca kurumsal temasları Dışişleri Bakanlığı ve Abwehr ile olmuştur. 24 Mart 1943’te SS Baş Dairesi’nin Amiri Gottlob Berger, el-Hüseynî’yi Bosna’da yaşayan Müslümanlar arasında SS asker toplama kampanyasına hazırlık olarak düzenlenen bir toplantıya katılması için davet etmiştir. Berger, öylesine etkilenmiştir ki 3 Temmuz 1943 tarihinde el-Hüseynî ile Reichsführer-SS (SS Amiri) Heinrich Himmler arasında bir toplantı ayarlamıştır. El-Hüseynî, 6 Ekim’de Himmler’e doğum günü tebriklerini göndermiş ve “gelecek yıl işbirliklerinin daha da yakın olmasını ve onları ortak hedeflerine yaklaştırmasını” umduğunu ifade etmiştir.

Şubat 1943’te SS, yeni bir Waffen-SS tümeni için Bosnalı Müslümanlar arasından asker toplamaya karar verdiğinde SS Ana Daire Amiri Berger, el-Hüseynî’yi 30 Mart’tan 11 Nisan’a kadar Bosna’daki bir asker toplama kampanyasına kaydetmiştir. 29 Nisan’da Berger, 24.000-27.000 kadar yeni askerin yazıldığını rapor etmiş ve “Kudüs Büyük Müftüsü’nün ziyaretinin fevkalade başarılı bir etki yarattığını” kaydetmiştir. Hem el-Hüseynî, hem de SS, 13. Waffen-SS Dağ Tümeni’nin (“Handschar” olarak da bilinir) başarısına defalarca değinmiştir. El-Hüseynî, tümenin askerî imamlarına seslenerek İslam prensiplerinin korunmasının ve “Müslümanlar ile müttefiki Almanya arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesinin” önemini vurgulamış ve Müslümanlar ile Almanların karşı karşıya olduğu ortak düşmanları tanımlamıştır: Dünya Yahudileri, İngiltere ve müttefikleri ve Bolşevizm. Yine de bu birim genel olarak etkisiz kalmış ve Hırvat makamlarının güçsüz oluşunun avantajından yararlanarak Kuzeydoğu Bosna’daki idarî ve meşru müdafaa görevlerini üstlendiği Bosna dışında konuşlandırılamamıştır. Balkanlar’daki askerî olaylar, Ekim 1944’te Almanların bölgeden ayrılmasını gerektirdiğinde yaklaşık 3.000 13. Tümen askerinin firar etmesi ve kalanların da kazan kaldırması, Himmler’i konuşlandırılmasından sekiz ay sonra tümeni lağvetmek zorunda bırakmıştır. 13. Waffen-SS Dağ Tümeni gerek Bosna, gerekse Macaristan’da Yahudilerin sürülmesinde görev almamıştır. Şubat ayından Ekim 1944’e kadar Bosna’da konuşlanması sırasında “Handschar” personelinin, gizlenirken bulunan ya da partizan olarak yakalanan tek tek Yahudilerin yakalanmasında ve öldürülmesinde rol oynamış olma olasılığı da hariç tutulamaz. Ancak böyle bir müdahale belgelenememektedir.

Hem Dışişleri Bakanlığı’ndan, hem de SS’den yardım alan el-Hüseynî, Türkiye’de istihbarat ağları oluşturmuş, Filistin ve Suriye’de temaslarını sürdürmüş ve sabotaj operasyonları planlamıştır. Savaşın neredeyse sonlarına kadar para desteği mevcut olsa da uygulamanın el-Hüseynî’nin temaslarına destek sağlamak dışında Nazi rejimine çok büyük bir değer sunup sunmadığı hakkında bir hükme varmak güçtür. 1944 yılı boyunca SS’nin Abwehr ve Güvenlik Servisi (Sicherheitsdienst, SD), Ortadoğu’da bir dizi komanda görevi denemiştir. Bu görevlerden biri, 1944 Ekim ayının başlarında SD’nin silahlar, patlayıcılar ve Almanca-Arapça sözlükler ile birlikte Ürdün Vadisi’ne attığı beş kişilik karma Alman-Arap komando ekibini içerir. Herhangi bir zarar veremeden önce İngilizler tarafından yakalanan bu komandolar, sorguda el-Hüseynî’nin ayrılmadan önce her birine kişisel olarak brifing verdiğini, İslam ile Ulusal Toplumculuğu kıyasladığını ve Filistin’deki Arap mücadelesinin Nazi Almanyası’na yardımcı olacağı vaadinde bulunduğunu savunmuştur.

İngilizlerin bir Filistinli Yahudi Tugayı oluşturduğunu öğrenen el-Hüseynî, 3 Ekim 1944’te Himmler’e Nazi Almanyası’nın “Yahudi-İngiliz planlarını suya düşürecek” ve “Büyük Alman İmparatorluğu’nun yanında ortak mücadeleye katılacak” bir Arap-Müslüman ordusunun kuruluşunu ilan etmesi önerisinde bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığı, Balfour Deklarasyonu’nun yıldönümü olan 2 Kasım’da beyanat vermiş, ancak metin konusunda el-Hüseynî’ye danışmamıştır. El-Hüseynî bu beyanatın “uygun olmadığı,” “Müslüman” sözcüğünün silindiği ve tasarlanan ordu için Alman onayına dair hiçbir referans olmadığı konusunda Ribbentrop’a yakınmıştır. Beyanat, Arap bağımsızlığını ve birliğini ima ettiğinden el-Hüseynî’nin politikasının başarıyla en yüksek noktaya gelmesini temsil ediyordu.

EL-HÜSEYNİ’NİN SAVAŞ SONRASI FAALİYETLERİ
7 Mayıs 1945’te Almanların teslim olduğu gün el-Hüseynî, İsviçre’nin Bern şehrine uçmuştur. İsviçre makamları iltica başvurusunu geri çevirmiş, el-Hüseynî’yi alıkoymuş ve Fransız sınır makamlarına teslim etmiştir. Fransız makamları, el-Hüseynî’yi Paris yakınlarındaki bir villada göz hapsine almıştır. İngilizler, ilk başta el-Hüseynî’nin tutuklanmasını istemiş olsalar da uluslararası bir mahkemeden önce aleyhinde hüküm vermek için önemli engeller bulunmaktaydı. Ayrıca Arap dünyasındaki nüfuzlarını yeniden tesis etmenin yollarını arayan hem İngiltere, hem de Fransa, el-Hüseynî’yi nezaret altında tutmanın ciddi mesuliyetini görmüştür. 1945’in sonlarında Yugoslav hükümeti, el-Hüseynî için suçlu iadesi talebini geri çekmiştir.

29 Mayıs 1946’da Ma’ruf el-Dawalibi adına çıkarılmış bir pasaport taşıyan el-Hüseynî, Fransız gözaltısından kaçmış ve Mısır’ın Kahire şehrine uçmuştur. Kahire’de Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasına yönelik Siyonist taleplere karşı koymaya devam etmiştir. 1947 tarihli Birleşmiş Milletler paylaşım planını ve tüm hayatı boyunca aleyhinde çalıştığı bir amaç olan İsrail’in kurulmasını reddetmiştir. El-Hüseynî, hayatının geri kalanını Filistin milliyetçiliğini desteklemeye ve İsrail Devleti’ne karşı ajitasyona adamıştır. Siyonist karşıtı, Yahudi karşıtı ve İsrail karşıtı propaganda yapmaya ve yaymaya devam etmiştir. 4 Temmuz 1974’te Lübnan’ın Beyrut şehrinde ölmüştür.

Daha fazla bilgi için bkz.:

1. Hacı Emin el-Hüseynî: Kudüs Müftüsü
2. 1. Hacı Emin el-Hüseynî: Arap Milliyetçisi ve Müslüman Lider
3. Hacı Emin el-Hüseynî: Tarih Cetveli