Ermeni Soykırımı (1915–16): Detaylı
Ermeni soykırımı, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan etnik Hristiyan Ermenilerin 1915 ilkbaharından 1916 sonbaharına kadarki dönemde fiziksel olarak yok edilmesini ifade eder. İmparatorlukta yaşayan yaklaşık 1,5 milyon Ermeni bulunmaktaydı. Soykırım sırasında en az 664.000 ve muhtemelen de 1,2 milyonu hayatını kaybetmiştir. Ermeniler bu olayları Medz Yeghern (büyük cinayet) ya da Aghet (afet) olarak adlandırır.
Soykırım teriminin kökeni ve uluslararası hukukta kanunlaştırılması, Ermenilerin toplu olarak öldürülmesine dayanmaktadır. Bu sözcüğü ilk kullanan ve daha sonra Birleşmiş Milletler’de savunucusu olan Avukat Raphael Lemkin, Osmanlıların Ermenilere karşı işlediği suçlar hakkında ilk çıkan gazete yazılarının grupların yasal korunma ihtiyacı ile ilgili düşüncelerinin anahtarı olduğunu defalarca ifade etmiştir. (1948’de Birleşmiş Milletler, kısmen de Lemkin’in yorulmak bilmez çabaları dolayısıyla, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni onaylamıştır.)
Osmanlı makamları, destek birliklerinin ve sivillerin desteğiyle 1915-16 cinayetlerinin büyük kısmını işlemiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC—Jön Türkler olarak da adlandırılır) kontrolündeki hükümet, Doğu Anadolu bölgesinde oldukça büyük olan Ermenistan nüfusunu ortadan kaldırarak bu bölgedeki Müslüman Türk hâkimiyetini pekiştirmeyi hedeflemiştir.
1915-1916 yılları arasında Osmanlılar, çok sayıda insanı toplu olarak vurmuştur. Diğer birçoğu da kitlesel sürgünler sırasında açlık, susuzluk, maruziyet ve hastalık nedeniyle ölmüştür. Ayrıca on binlerce Ermeni çocuk zorla ailelerinden koparılmış ve İslam dinine geçirilmiştir.
TARİHİ ARKA PLAN
Ermeni Hristiyanlar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki birçok farklı etnik gruptan biriydi. 1880’lerin sonlarında bazı Ermenilerin daha fazla özerklik arayışıyla siyasî örgütlenmeler oluşturması Osmanlının, sınırları içinde daha geniş bir Ermeni topluluğunun sadakati konusundaki şüphelerini güçlendirmiştir.
17 Ekim 1895’te Ermeni devrimciler İstanbul’daki Ulusal Banka’yı ele geçirmiş ve yetkili makamların Ermenilere bölgesel özerklik vermemesi hâlinde 100 rehineyle birlikte bankayı havaya uçurma tehdidinde bulunmuştur. Fransız müdahalesi bu olayın barışçıl bir sona ulaşmasını sağlamışsa da Osmanlılar bir dizi katliam gerçekleştirmiştir.
Toplamda, 1894 ile 1896 yılları arasında en az 80.000 Ermeni öldürülmüştür.
JÖN TÜRK DEVRİMİ
Temmuz 1908’de kendilerine Jön Türkler adını veren bir ayrılıkçı grup İstanbul’da (Osmanlının başkenti) gücü ele geçirmiştir. Jön Türkler esasen Balkan doğumlu subaylardan ve bürokratlardan oluşan bir grup olup 1906’da İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) olarak bilinen gizli bir topluluğun yönetimini ele geçirmiş ve bunu siyasî bir hareket olarak yeniden şekillendirmiştir.
Jön Türkler tüm insanları eşit muameleye tabi tutan liberal ve laik bir anayasal rejim kurmayı amaçlamıştır. Sonuçta modernizasyon ve refah sağlanırsa gayrimüslimlerin Türk milliyetçiliğini kabul edeceğini savunmuşlardır.
Başlangıçta, yeni hükümet Ermenilerin bazı sosyal şikayetlerini uzlaştıracak gibi görünmüştür. Ancak 1909 baharında Ermenilerin özerklik gösterileri kontrolden çıkarak şiddet olaylarına dönüşmüştür. Osmanlı askerleri, düzensiz birlikler ve siviller, Adana şehrinde ve civarında 20.000 kadar Ermeniyi öldürmüştür. Mücadele sırasında 2.000’e yakın Müslüman, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.
1909 ile 1913 yılları arasında İTC eylemcileri, giderek artan bir oranda katı ve milliyetçi bir imparatorluk vizyonuna doğru yön değiştirmiştir. Gelecek için çok etnikli ve “Osmanlı” olan bir devlet değil de, kültürel ve homojen açıdan Türk olan bir devlet tasavvur etmişlerdir. Doğu Anadolu genelinde Ermeni yerleşim alanlarının yoğun oluşu bu ihtiras karşısında demografik bir engel arz etmekteydi. Bir kaç yıl süren ani ve büyük siyasî değişikliklerin ardından İTC liderleri, 23 Ocak 1913’teki bir hükümet darbesiyle dikta gücünü ele geçirmişlerdir.
I. DÜNYA SAVAŞI
Kitlesel mezalim ve soykırım suçları, çoğu zaman savaş bağlamında işlenir. Ermenilerin yok edilmesi, Ortadoğu ve Rusya Kafkasyası’ndaki I. Dünya Savaşı olaylarıyla yakından ilişkili olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, Kasım 1914’te İtilaf kuvvetlerine (Büyük Britanya, Fransa, Rusya ve Sırbistan) karşı savaşan İttifak kuvvetlerinin (Almanya ve Avusturya-Macaristan) yanında savaşa girmiştir.
Stratejik açıdan önem taşıyan Gelibolu Yarımadası’nda Müttefik çıkarmalarının tehdit riskini düşünerek Osmanlı makamları, 24 Nisan 1915’te İstanbul’da 240 Ermeni liderini tutuklamış ve bunları doğuya sürmüştür. Bu insan toplama faaliyeti, günümüzde Ermeniler tarafından soykırımın başlangıcı olarak anılmaktadır. Osmanlılar, Ermeni devrimcilerin düşman ile temas kurduğunu ve bir Fransız-İngiliz çıkarmasını kolaylaştırmaya hazırlandıklarını ileri sürmüştür. İtilaf kuvvetleri ve o zamanlar tarafsız olan Birleşik Devletler karşı çıktığında bu sürgünleri ihtiyati tedbir olarak açıklamışlardır.
Mayıs 1915’ten itibaren hükümet, muharebe sahalarından uzaklığına bakılmaksızın bu sürgünlerin kapsamını genişletmiş ve sivilleri güneye doğru çöl bölgelerindeki (bugünkü Kuzey ve Doğu Suriye, Kuzey Suudi Arabistan ve Irak) tutma kamplarına yürütmüştür. Bu konvoyların birçoğu Doğu Anadolu’da Ermenilerin ağırlıklı olduğu altı ilden (Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Mamuretü’l Aziz (Elazığ) ve Maraş bölgesi) çıkmış ve nihayetinde imparatorluğun neredeyse tüm bölgelerinden gönderilmiştir.
Osmanlının Almanya ile olan savaş ittifakı nedeniyle birçok Alman subayı, diplomatı ve yardım görevlisi Ermenilere karşı işlenen mezalime birinci ağızdan şahit olmuştur. Reaksiyonları korku ve resmî protestolardan, bazı durumlarda Osmanlıların sözsüz desteğine kadar değişiklik göstermiştir. Almanların bu kuşağı bu şiddet olaylarının anısını 1930’lara ve 40’lara taşıyarak Nazi kontrolündeki Yahudilere karşı eylemlerinin görünüşünü renklendirecektir.
KATLİAMLAR VE SÜRGÜNLER
Bölgesel memurlar, İstanbul’daki merkezî hükümetten emir alarak yerel sivillerin de desteğiyle kitlesel silahla vurmaları ve sürgünleri gerçekleştirmiştir. Osmanlı askerî ve güvenlik organları ve bunların işbirlikçileri, savaşabilecek yaştaki Ermeni erkeklerinin çoğunluğunu ve bunun yanı sıra binlerce kadın ve çocuğu öldürmüştür.
Çölden cebrî yürüyüşler sırasında hayatta kalan yaşını almış erkekler, kadınlar ve çocuklardan oluşan konvoylar yerel yetkililerin, göçebe çetelerin, suç çetelerinin ve sivillerin keyfi saldırılarına maruz kalmıştır. Bu şiddet olayları arasında hırsızlık (örneğin, kıyafetlerini almak için kurbanların çıplak bırakılması ve değerli eşyalar için üst araması yapılması), ırza geçme, genç kadınların ve kızların kaçırılması, gasp, işkence ve cinayet almıştır.
Yüz binlerce Ermeni, belirlenen tutma kamplarına ulaşmadan önce ölmüştür. Birçoğu öldürülürken ya da kaçırılırken, bazıları intihar etmiş ve çok sayıda insan yolda açlık, susuzluk, maruziyet ya da hastalık nedeniyle ölmüştür. Bazı siviller sürülen Ermenilere yardımcı olmaya çalışırken, birçoğu da konvoylardaki insanları öldürmüş ya da işkence etmiştir.
MERKEZİ EMİRLER
Soykırım sözcüğü 1944 yılına kadar türetilmemiş olsa da çoğu bilim adamı, Ermenilerin kitlesel katliamının bu tanıma uyduğunu kabul etmektedir. İTC hükümeti, Hristiyan nüfusu (esasen Ermeniler, ancak Süryaniler de var) pahasına Anadolu’daki Müslüman Türk unsurlarını güçlendirmeyi amaçlayan uzun vadeli bir nüfus politikasına etki etmek için sistematik olarak bir acil askerî durum kullanmıştır. Döneme ait Osmanlı, Ermeni, ABD, İngiliz, Fransız, Alman ve Avusturya belgeleri, İTC liderliğinin kasıtlı olarak Anadolu’daki Ermeni nüfusunu hedef aldığını ortaya koymaktadır.
İTC, İstanbul’dan talimatları vermiş ve Teşkilat-ı Mahsusa ve yerel yönetimlerdeki aracılar vasıtasıyla uygulanmasını sağlamıştır. Merkezî hükümet ayrıca sürülen Ermenilerin sayısı, geride bıraktıkları konutların miktarı ve türü ve tutma kamplarına ulaşan sürgüncülerin sayısı ile ilgili olarak veri toplamayı ve yakın izlemeyi gerekli görmüştür.
İnisiyatif ve koordinasyon, İTC’ye egemen camianın en üst düzeylerinden gelmiştir. Faaliyetlerin merkezinde yer alan kişiler şunlardır: Talât Paşa (dahiliye nazırı / içişleri bakanı), İsmail Enver Paşa (harbiye nazırı / savaş bakanı), Bahaeddin Şakir (Teşkilat-ı Mahsusa saha yöneticisi) ve Mehmet Nâzım (nüfus planlama şefi).
Hükümet düzenlemeleri belirlenen bölgelerde Ermeni nüfusunu en fazla %10 olacak şekilde sınırlandırmış (bazı alanlarda en fazla %2), yerleşimlerin 50 aileyle sınırlı olmasını zorunlu tutmuş ve bunların hem Bağdat demiryolu hattından hem de birbirlerinden uzak olması gerektiğini belirtmiştir. Yerel yetkililer bu gerekleri karşılamak için, sürülen insanları yeterli kıyafet, yiyecek ya da su olmadan gün boyu ölümcül güneş altında ve geceleri dondurucu soğukta çölde ileri geri yürütmeye devam etmiştir. Sürülen kişiler hem göçebelerden hem de kendi muhafızlarından gelen düzenli saldırılara maruz kalmıştır. Sonuç olarak insan ve doğal afetler, şart koşulan düşük nüfus düzeylerine ulaşıncaya kadar sürülen Ermenileri perişan etmiştir.
MOTİVASYONLAR
Osmanlı rejimi, öldürülen ya da sürülen Ermenilerin mal varlıklarını kamulaştırmak suretiyle savaş zamanındaki pozisyonunu sağlamlaştırmaya ve Anadolu’nun “Türkleştirilmesi”ni finanse etmeye çalışmıştır. Bu şekilde yeniden mülkiyet dağıtımı, aynı zamanda çok sayıda sıradan insanın komşularına yapılan saldırılara katılması açısından teşvik edici olmuştur. İmparatorluk içinde birçok kişi Ermenilerin varlıklı olduğuna inanmaktaydı. Aslında Ermenilerin büyük bir oranı fakirdi.
Bazı durumlarda Osmanlı makamları yaşama ya da ikametgâhta kalma hakkı karşılığında İslam dinine geçilmesini kabul etmiştir. Osmanlılar, binlerce Ermeni çocuğun ölümünden sorumlu olsa da çoğu zaman çocukları İslam dinine ve özellikle de Türk toplumuna geçirmenin ve asimile etmenin yollarını aramıştır. Osmanlı makamları, hem işledikleri suçları yabancılardan gizlemek, hem de kentli Ermenilerin imparatorluğun çağdaşlaşmasına yönelik ekonomik değerinden menfaat sağlamak amacıyla İstanbul ve İzmir illerinde kitlesel sürgünlerden sakınmıştır.