“Nasyonal Sosyalist oldum çünkü Ulusal Toplum fikri bana heyecan veriyordu. Asla fark etmediğim şey bu topluma ait olmaya değer görülmeyen Almanların sayısıydı”.
– Nazi gençlik programlarında aktif bir şekilde yer almış bir Alman kadının savaş sonrası anıları

İç bağları güçlü bir grup oluşturmada hayati bir unsur gruptan kimlerin dışlanacağını belirlemektir. Nazi propagandacıları genel olarak dışlanacak grupları belirleyerek, nefreti teşvik ederek ya da kayıtsızlığı sağlayarak ve dışlanan grupların parya statülerini kitlelere kabul ettirerek rejimin politikalarına katkıda bulundu. Nazi propagandası, birlik, ulusal gurur ve büyüklük özlemi içinde olan ve geçmişin keskin şekilde ayrıştırdığı toplumsal yapının kaldırılmasını isteyen Almanlara “ulusal topluluk” efsanesini benimsetmekte hayati bir rol oynadı. Ancak Nazi efsanesinin ikinci ve daha kötü bir yanı yeni topluma tüm Almanların kabul edilmeyeceğiydi. Propaganda, yeni toplumdan dışlanacak insanları tanımlamaya yardım etti ve “dışlananlara” karşı alınacak tedbirlerin haklı olduğu iddiasını yerleştirdi: Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller, siyasi muhalifler ve genetik olarak aşağı ve “ulusal sağlık” açısından zararlı görülen Almanlar (akıl hastaları ve fiziksel ya da zihinsel özürlüler, saralılar, doğuştan sağır ve kör insanlar, kronik alkolikler, uyuşturucu kullananlar ve diğerleri).

Yahudi Karşıtı Propaganda

Nazi propagandacıları önceden var olan imajları ve klişeleri kullanarak Yahudileri içinde barındıkları ulusun sırtından geçinen, kültürünü zehirleyen, ekonomisini ele geçiren ve çalışanlarını, işçilerini köleleştiren “yabancı bir ırk” olarak gösterdiler. Bu nefret dolu tasvir, Nazi Partisine özgü ya da yeni bir şey olmasa da, artık devlet tarafından desteklenen bir imaj olmuştu. Nazi rejimi 1933’ten sonra basın ve yayın üzerindeki kontrolü sıkılaştırırken, propagandacılar mesajlarını Nazi olmayan ve parti yayınlarını okumayan çoğu Almanı da içeren farklı kitlelere uyarladılar. Nazi Almanyası'nda açık bir biçimde sergilenen Yahudi karşıtlığı afiş ve gazetelerden film ve radyo konuşmalarına kadar çeşitli formlarda belirdi. Propagandacılar kaba karikatürlerden rahatsız olan eğitimli, orta sınıf Almanlar için daha ince şekilde işlenmiş Yahudi karşıtı bir söylem ve bakış açısı geliştirdiler. Üniversite profesörleri ve dinî liderler Yahudi karşıtı temalara konuşmalarında ve kilise vaazlarında yer vererek bu söylemlere itibar kazandırdılar.

Diğer Dışlananlar

Yahudiler "ulusal toplum" düşüncesinden dışlanan tek grup değildi. Propaganda, yeni toplumdan dışlanacak insanları tanımlamaya yardım etti ve “dışlananlara” karşı alınacak tedbirlerin haklı olduğu iddiasını yerleştirdi: Bu insanlar Yahudileri, Çingeneleri, eşcinselleri, Yehova Şahitlerini, genetik olarak aşağı ve “ulusal sağlık” açısından zararlı görülen Almanları (akıl hastaları ve fiziksel ya da zihinsel özürlüler, saralılar, doğuştan sağır ve kör insanlar, kronik alkolikler, uyuşturucu kullananlar ve diğerleri) içeriyordu.

Belirleme, Yalıtma ve Dışlama

Propaganda ayrıca Nuremberg’te 15 Eylül 1935’te Yahudi karşıtı başlıca yasaların ilan edilmesi için temelin oluşmasına katkıda bulundu. Sabırsız Nazi Partisi radikalleri tarafından gerçekleştirilen Yahudi karşıtı bir şiddet dalgasının ardından yasalar çıkarıldı. Alman Kanını ve Onurunu Koruma Yasası ile, Yahudiler ile “Alman” ya da “Alman akrabası olanlar” arasındaki evlilikler ve evlilik dışı cinsel ilişkiler yasaklandı ve Reich Vatandaşlık Yasası Yahudileri devletin ikinci sınıf insan statüsünde “tebası” olarak tanımladı.

Yasa 450.000 “saf kan Yahudiyi” (dört kuşak Yahudi ve Musevi dininden olanlar) ve 250.000 diğer insanı (din değiştirmiş Yahudiler ve Mischlinge—ebeveynlerinde Yahudilik olanlar) kapsıyordu, bunların tümü Alman nüfusunun yüzde birinden biraz fazlasını oluşturuyordu. “Nuremberg Yasaları”nın ilanından aylar öncesinde Nazi Partisi’nin yayınları Almanları ırksal kirlenmeye karşı şiddetli şekilde tahrik ediyordu, Yahudilerin halka açık yüzme havuzlarında bulunması ana konu olmuştu.

Kültürel Kurumların Kontrolü

Naziler, müze gibi kültürel kurumları Reich Kültür Dairesi altında kontrol ederek Yahudi karşıtı propagandalarını yaymak için yeni fırsatlar yarattılar. En dikkate çarpan, Münih’teki Deutsches Müzesi’nde Kasım 1937’den Ocak 1938’e kadar, 5.000’den fazla kişinin, toplam olarak 412.300 ziyaretçinin gezdiği “Ezeli Yahudi” adlı sergiydi. Sergiyle birlikte, Bavyera Devlet Tiyatrosu’nun Yahudi karşıtı temaları tekrarlayan özel gösterileri de vardı. Naziler Yahudileri Münih’te iki milyon ziyaretçinin gördüğü bir eş serginin konusu olan “yozlaşmış sanat” ile de ilişkilendirdi.

Filmin en kötü bölümleri Yahudileri hastalık taşıyan, kıtaya akın eden ve değerli kaynakları bitirip tüketen farelere benzetmesiydi. Der ewige Jude, sadece bir Yahudi kasabın sığır keserken verilen ürkütücü görüntüsüyle daha da vahim hale getirilmiş kaba, habis karakterleri ile değil, Doğu Avrupa Yahudilerinin yabancı niteliğine yaptığı ağır vurgu ile de öne çıkıyordu. Filmin bir bölümünde “tipik” sakallı Polonya Yahudileri mükemmel şekilde tıraş olmuş ve “Batılı gibi görünen” Yahudilere dönüşmüş şekilde gösteriliyordu. Bu tür “maske düşürme” sahneleri, Alman kitlelere Doğu Avrupa gettolarında yaşayan Yahudilerle Alman bölgelerinde yaşayan Yahudiler arasında fark olmadığını göstermeyi amaçlıyordu.

Der ewige Jude, Hitler’in Reichstag’da 30 Ocak 1939’da yaptığı ünlü konuşmasıyla bitiyordu: “Avrupa içinde ve dışında bulunan uluslararası Yahudi sermayedarları ulusları bir kez daha bir dünya savaşına sokmayı başarırsa, sonuç Yahudilerin zaferi değil, Avrupa’daki Yahudi ırkının yok edilmesi olacak”. Bu konuşma, yaklaşan “Nihai Çözüm” ile “Yahudi Sorunu”na radikal bir çözümün getirileceği haberini iletiyor ve gelecekteki kitle katliamlarının işaretini veriyordu.

Soykırımı Pazarlamak

Çoğu Alman Yahudilerine karşı şiddeti onaylamasa da, zor zamanlarda kolayca tahrik edilebilen Yahudi karşıtı duygular Nazi Partisine sadık olanların ötesinde geniş kesimleri etkisi altına alıyordu. Almanların çoğu Yahudilere karşı yapılan ayrımcılığı en azından pasif şekilde kabul ediyordu. Sürgündeki Alman Sosyal Demokrat Parti liderleri için bir gözlemci tarafından Ocak 1936’da hazırlanan bir yeraltı raporunda şunlar yazıyordu: “Yahudilerin başka bir ırk olduğu duygusu bugün genele yayılmış durumda”.

Yahudilere karşı alınan yeni tedbirlerden önceki dönemlerde, propaganda kampanyaları Yahudilere karşı yapılan hem planlı, hem anlık şiddete tolerans gösteren bir hava yarattı, Yahudi karşıtı yasaları ve kamu düzenini tekrar sağlamak için bir araç olarak uygulanacak kararlar karşısında pasif bir tutum ve kabul yolunda insanları teşvik etmek için ortaya çıkmıştı. Yahudileri şeytan gibi gösteren propagandalar ulusal olağanüstü durum kapsamında Alman halkını kitle sürgünleri ve sonunda soykırım gibi daha sert tedbirlere hazırlamaya da hizmet etti.

İşgal Altındaki Polonya’da Nazi Propagandası

Nazi rejimi, Yahudilerin mikroplara ya da Almanya’ya bulaşan hastalığa benzetildiği propagandanın yayılmasını engellemedi. İşgal altındaki Polonya’da Nazi propagandası Yahudileri karantinaya alınması gereken, sağlığa karşı bir tehdit olarak tasvir ederek onların gettolara kapatılması politikasını güçlendirirken, Alman siyasetini oluşturanlar da gettoda yaşayanların yiyecek, su ve ilaca erişimini sert şekilde sınırlayarak kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet yarattılar. Polonya’da okul çocuklarına gösterilen Alman eğitim filmleri “Yahudileri” bit ve tifüs taşıyıcısı olarak gösteriyordu. Varşova bölgesinin valisi Ludwig Fischer, gettolara alınan Yahudilerin neden olduğu sağlık tehdidinden Polonyalıları haberdar etmek için “3.000 büyük afişin, 7.000 küçük afişin ve 500.000 broşürün” dağıtıldığını bildirdi. Böyle bir korku çığırtkanlığı şüphesiz halkın Alman işgali altındaki Polonya’da bulunan gettolarda yaşayan Yahudilere yardım etmesini engelledi.