Emin el-Hüseynî, on dokuzuncu yüzyılın son on yılı içinde Kudüs’te dünyaya gelmiştir. Ailesinin erkek üyeleri on sekizinci yüzyılın sonundan beri Kudüs Müftüsü makamını işgal etmekteydi. Bu makam görevli kişiye İslam hukukunu (Şeriat), gelenekleri ve teamülü temel alan bağlayıcı olmayan yasal görüşler (fetva) verme yetkisini sağlamaktaydı.

1918’de el-Hüseynî Arap birlikteliğini, Filistin ve Suriye birliğini ve Filistin’e olan Yahudi göçüne son vermeyi savunan yeni örgütlenmiş Arap Kulübü’nün (el-Nadi el-’Arabi) başkanı olmuştur. 1920 kışında 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu’nu (İngilizlerin Filistin’de bir Yahudi ulusal yuvası kurulmasına izin verme niyetini ilan eden bildirim) kınamak, Filistin’in bağımsızlığını talep etmek ve Suriye ile birliği teşvik etmek için gösteriler düzenlemiştir. 4 Nisan 1920’de el-Nabi Musa bayramının olduğu gün, sivil Araplar bir dizi konuşmayı (aralarında el-Hüseynî’nin yaptığı ve Filistin’in Suriye’ye katılması çağrısında bulunduğu bir konuşma da vardır) dinledikten sonra Kudüs’ün Yahudi mahallesinde şiddetli isyanları başlatmıştır. Dört günlük isyan ve yağma sonucunda beş Yahudi ile dört Arap ölmüş ve 211 Yahudi ile 33 Arap da yaralanmıştır. El-Hüseynî, tutuklanma korkusuyla Suriye’ye kaçmıştır. Nisan ayının sonlarında İngiliz askerî mahkemesi, isyanı kışkırtmak suçundan gıyabında hüküm vermiş ve 10 yıl hapse mahkum etmiştir. 1920 sonbaharında El-Hüseynî affedilmiş ve Kudüs’e geri dönmüştür.

KUDÜS MÜFTÜSÜ OLARAK EL-HÜSEYNİ
Emin el-Hüseynî, erkek kardeşinin ölümünün ardından 8 Mayıs 1921’de Kudüs Müftüsü olmuştur. Bu makam Filistin genelinde hâkim bir dinî ve ahlakî otorite taşımaktaydı. 9 Ocak 1922’de el-Hüseynî, Şeriat mahkemelerini kontrol eden, dinî okullar ve yetimhaneler için eğitim müfredatını onaylayan, dinî malî danışmanlık kurullarını ve dinî yerlerin ve kurumların bakım ve yenilenmesi ve fakirlere yardım için oluşturulan fonların kullanımını (vakıf) denetleyen bir makam olan yeni kurulmuş Yüksek Müslüman Şurası’nın (el-Meclis el-İslamî el-A’ala) başkanı olmuştur. Bu fonlar üzerindeki kontrolü, el-Hüseynî’nin Filistin içindeki ve diğer Arap devletlerinin liderleri arasındaki otoritesini artırmıştır.

İngilizler ile çalışmayı arzu ettiğine ve Filistin’i barış içinde tutacak milliyetçi kimliğe ve aile bağlantılara yalnızca kendisinin sahip olduğuna dair verdiği güvenceyi kabul ettiklerinden İngiliz Mandası makamları, el-Hüseynî’yi desteklemiştir. Ayrıca Müslüman topluluğun lideri olarak el-Hüseynî’ye verdikleri desteğin, Arap liderlerin gelecekte Filistin’de kurulacak bir Yahudi anavatanını kabullenmesine yardımcı olacağını yanlış hesap etmişlerdir. El-Hüseynî, İngiliz makamlarının sağladığı meşrulaştırmanın Filistin’deki gücünün ve nüfuzunun temelini oluşturduğunu ve başta Kudüs olmak üzere Filistin’de barışı koruması gerektiğini anlamıştır. Bununla birlikte, rakip liderler karşısında Filistinli Arapların bağlılığını devam ettirmek için el-Hüseynî’nin gerçek ve algılanan Arap ve Müslüman çıkarlarının (Filistin’de bağımsızlık talebi ve burada bir Yahudi anavatanı kurulmasına karşı durmak bu çıkarlar arasında yer alıyordu) savunuculuğunu yapması gerekiyordu. El-Hüseynî konuşmalarında, yazılarında ve eylemlerinde sivil Yahudilere ve İngiliz yetkililere karşı şiddeti teşvik etmiş ya da en azından öngörmüştür. Şiddeti kışkırtmasından bağımsız olarak zaman zaman bu şiddetten siyasî olarak fayda sağlamıştır. Bununla birlikte, bu kargaşa kontrolünden çıkıp gidecek olursa, İngiliz makamları siyasî gücünün temelini oluşturan desteklerini geri çekeceklerdir. Siyasî çıkarlarına hizmet ettiği her fırsatta şiddetten vazgeçirmeye çalışmış ve İngiliz makamlarıyla işbirliği çağrısında bulunmuştur.

Ağustos 1929’da Yahudi karşıtı şiddet, Filistin’de yeniden patlak vermiştir. 23 Ağustos’ta kalabalık Arap grupları, Kudüs’ün Ortodoks Yahudi mahallesine yürümüş ve Yahudilerin Kudüs’te Batı Duvarı’nı ya da Ağlama Duvarı’nı kullanım hakkı üzerine bir şiddet dalgası başlatmıştır ve bu hareket yozlaşarak geride ölü 133 Yahudi ile 116 Arap ve yaralı 339 Yahudi ile 232 Arap bırakan bölgesel şiddet olaylarına dönüşmüştür. El-Hüseynî, Yahudilerin bu duvarı (Yahudiler için en kutsal yer) serbestçe kullanabilme talebinin el-Aksa‘nın tüm mevcudiyetini ve Kubbetü’s-sahra türbelerini (İslamiyet’teki en kutsal mekanlardan biri) tehdit ettiği algısını işlemiştir. Böylelikle dinî gerilimi kızıştırmış, Yahudi göçü ve toprak satın alma gibi dünyevî sorunlara dinî hararet aşılamış, Filistin’deki Yahudi varlığını Müslüman inanışı açısından varoluşsal bir tehdit ile eş tutarak siyasî ihtilafı uluslararasılaştırmış ve Filistinli Arap liderleri arasında kendi siyasî pozisyonunu geliştirmiştir. El-Hüseynî’nin şiddeti açıkça teşvik ettiği ya da kışkırttığı belgelenmemiştir. Ancak bunu önlemek için de pek bir şey yapmamıştır. İsyanlardan sonra kendisini Filistin’de İslam’ın ve Müslüman haklarının en önde gelen savunucusu olarak takdim etmiştir. Ayrıca radikal müritlerine, İngilizler ile şiddetli bir yüzleşmenin Filistinliler’in çıkarına olmayacağını tembihlemiştir.

1930’ların başında El Hüseyni, Arap Filistin için daha fazla özerkliğin ve Arap devletleri arasında daha fazla birlikteliğin savunuculuğunu yapmak ve Filistin’e olan Yahudi göçüne güçlü bir şekilde karşı durmak amacıyla uluslararası ününü ve prestijini kullanmıştır. Ortadoğu’da el-Hüseynî’nin temas kurduğu birçok grup arasında Mısır’da kurulmuş bir kökten dinci Pan İslam grubu olan Müslüman Kardeşler Cemiyeti (Müslüman Kardeşler) de bulunmaktaydı. Ağustos 1935’te bu cemiyet, liderlerinden ikisini resmî bir görevle Filistin, Suriye ve Lübnan’a göndermiştir. Filistin’de, desteklerini memnuniyetle karşılayan ve sonradan Suriye merkezli İslamî Rehberlik Birliği’nin lideri ile tanışmalarını sağlayan el-Hüseynî ile görüşmüşlerdir.

FİLİSTİN’E OLAN YAHUDİ GÖÇÜ KONUSUNDA GERGİNLİK VE ŞİDDET
1933’te Nazilerin gücü ele geçirmesi, Alman Yahudilerinin zulümden kaçacak güvenli bölge arayışına girmesi nedeniyle kitlesel bir mülteci krizini tetiklemiştir. 1933 ile 1936 arasında dünyanın başka yerlerine kıyasla Almanya’dan Filistin’e daha fazla sayıda Yahudi göç etmiştir. Yaklaşık 154.300 Yahudi yasal olarak Filistin’e girmiş ve daha binlercesi de yasadışı yollarla girerek Filistin nüfusundaki Yahudilerin yüzdesini 1931 yılında yaklaşık %17’den 1935 yılında neredeyse %30’a çıkarmıştır. 1936’nın ilkbaharında Yahudi göçü ve toprak satın alma konusundaki gerilim ve Filistin idarî organlarının oluşturulamaması, çoğu zaman Arap Ayaklanması olarak anılan uzun süreli bir şiddetin patlak vermesine yol açmıştır. Manda hükümeti, dokuz Yahudinin ölümüne ve 57’sinin yaralanmasına yol açan bir isyana karşılık olarak olağanüstü hâl ilan ettiğinde Arap milliyetçisi liderler, bağımsızlık için ulusal bir komite oluşturmuş ve genel grev çağrısında bulunmuştur. İngilizler ile aranın bozulması hâlinde en fazla kayba uğrayacak olan El-Hüseynî başlangıçta tarafsız kalmış, ancak daha sonra yeni kurulan bir Arap Üst Komitesi’nin başkanlığını üstlenmeye karar vermiştir. 25 Nisan’da komite İngilizlerin Filistin’e Yahudi göçünü durdurmasını, Arap topraklarının Yahudilere devrini yasaklamasını ve bir Arap ulusal hükümeti kurmasını talep etmiştir. El-Hüseynî’nin İngiliz Yüksek Komiseri’ne verdiği güvencelere karşın bu grev, yozlaşarak Mayıs ayının ortalarında şiddete dönüşmüştür. Ekim itibariyle bu şiddetten geriye 306 ölü ve 1.322 yaralı kalmıştır. 187 Müslüman, 80 Yahudi ve 10 Hıristiyan olmak üzere öldürülen 277 kişi sivillerden oluşmuştur. İngilizlerin askerî takviyesi ile gözdağı verilen ve Arap işletmelerinin ekonomik zararının büyüklüğüyle aklı başına gelen Arap Üst Komitesi müzakerede bulunarak 12 Ekim 1936’da genel greve bir son vermiştir. “Arap ulusu”nun “Müslüman Arapların bu Kutsal Diyarında Yahudiler için Ulusal Yuva kurulması fikrini...kabul etmeyeceğini” beyan eden el-Hüseynî, ayrıca “ulusun haklarının savunulmasında hevesli olduğu ve şüphesiz bir şekilde yasal yolları izleme isteği duyduğu” konusunda İngilizleri temin etmiştir.

İngiliz makamları, incelemelerde bulunmak ve siyasî bir uzlaşma önermek üzere Filistin Kraliyet Komisyonu’nu (Peel Commission) Filistin’e göndermiştir. El-Hüseynî’nin komisyon önündeki ifadesi, bağımsız bir Filistin’de yaşayan Yahudilerin güvenliğinin garanti edilemeyeceğini ima etmiştir. 6 Ocak 1937 tarihli bir beyanatta Arap Üst Komitesi Mandaya son verilmesini ve Filistin’in kendini yönetmesine izin verilmesini talep etmiştir. Komisyon raporu 7 Temmuz 1937’de bölünmeyi tavsiye ettiğinde radikaller, yeni bir şiddet dalgasını tırmandırmıştır. El-Hüseynî’nin imzasını taşıyan yeni bir beyanatta Arap Üst Komitesi, Yahudi göçünün ve toprak alımlarının durdurulmasını ve Filistin’de bir ulusal demokratik hükümet kurulmasını talep etmiş ve Yahudilerin “meşru haklarını” korumaya söz vermiştir.

17 Temmuz 1937’de el-Hüseynî, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’daki kaynaklardan finansal ve diplomatik destek aramaya yönelik çabaları nedeniyle yönetimi devireceğinden şüphelenen İngiliz makamlarının kendisini tutuklamasından sakınmak için Kubbetü’s-sahra’nın ibadethanesine kaçmıştır. Genişleyen ayaklanma el-Hüseynî’nin kontrolünden çıktığından Arap Üst Komitesi, radikallere son bir kez kendilerine hâkim olma çağrısında bulunmuştur. İsyancıların 26 Eylül’de Celile Bölge Komiseri’ni öldürmesinden sonra İngilizler, Arap Üst Komitesi’ni tasfiye etmiş ve üyelerini tutuklamıştır. El-Hüseynî’nin Müftü, Yüksek Müslüman Şurası Başkanı ve Vakıf Yöneticisi unvanlarını elinden almıştır. 1937 Ekim ayının ortalarında el-Hüseynî artık kendini tamamen şiddetli başkaldırıya adamış olarak Lübnan’a kaçmıştır. İngilizler 1938 sonbaharında Arap Ayaklanması’nı bastırmıştır. Şiddet olayları sonucunda 206 sivil Yahudi, 454 sivil Arap ve 175 Manda makamı çalışanı ölmüştür. Ayrıca İngiliz birlikleri silahlı 1.138 Arap isyancıyı öldürmüştür.

İngilizler, el-Hüseynî’yi 1936-1937 yıllarındaki isyan ile hiçbir zaman kesin surette ilişkilendirmemiştir. Bununla birlikte, Müftü’nün bir fırsat olarak gördüğünde el altından desteklediği radikaller ile temaslarda bulunduğuna dair küçük bir şüphe olabilir. Ayrıca Filistin’deki nüfuzunu tehdit ettiği zamanlarda şiddeti düşürmeye de çalışmıştır. 1939 kışı süresince Filistin’deki Arap ve Yahudi liderler arasında sonuçsuz müzakerelere ev sahipliği yaptıktan sonra İngiliz hükümeti Mayıs 1939 tarihli Beyaz Bülteni çıkarmıştır. Yahudi göçü tamamen kesilmeden önce gelecek beş yıl boyunca 75.000 ile sınırlandırılmış ve böylece ülkede üçte ikilik bir Arap çoğunluğu garanti edilmiştir. Ayrıca toprak devri kısıtlanmış ve 10 yıl içinde bir Filistin devleti oluşturulması vaadinde bulunulmuştur. Beyaz Bülten İngiliz hükümetini büyük ölçüde Arap statüsünden yana döndürse de—Lübnan’da sürgünde bulunan el-Hüseynî de dahil olmak üzere—Arap liderleri bunu reddetmiştir.

EL-HÜSEYNİ’NİN ALMANYA VE İTALYA İLE İLK TEMASLARI
El-Hüseynî, Kudüs Müftüsü olarak 1933 yılından itibaren Faşist İtalya’dan ve Nazi Almanyası’ndan destek aramıştır. Nazi Almanyası’nın Yahudi karşıtı radikalizmi ve Batı demokrasilerine (İngiltere ve Fransa) olan düşmanlığı, Müftü’nün Filistin’deki Arap davasında Almanya’yı doğal bir müttefik olarak algılamasına yol açmıştır. El-Hüseynî, Alman Dışişleri Bakanlığı yetkililerine daha 1933 yılında yaklaşmıştır. 1938’in sonlarında Alman Silahlı Kuvvetleri Üst Komutası (Oberkommando der Wehrmacht-OKW) Askerî İstihbarat Servisi (Amt Auslands/Abwehr ya da Abwehr) ile de temasları olmuştur. Ancak El-Hüseynî, Arap dünyasında Alman çıkarlarının derecesini yanlış hesaplamıştır. 1938’in sonuna kadar Büyük Britanya ile dostane ilişkileri sürdürmek isteyen Almanlar, Arap bağımsızlığını desteklemeyi ve isyancılara maddî yardım sağlamayı reddetmiştir. Arap isyancılar, en azından henüz 1936’da Faşist İtalya’dan ve diğer Arap devletlerinden para ve silah almıştır.

EL-HÜSEYNİ LÜBNAN VE IRAK’TA SÜRGÜNDE
II. Dünya Savaşı başladıktan sonra Lübnan’da artan Fransız nezareti el-Hüseynî’yi sözde bağımsız olan, ancak Haziran 1940’ta Fransa düştükten sonra İngiliz nüfuzuna giren Irak’a geçmeye zorlamıştır. Söylenenlere bakılırsa el-Hüseynî Irak’ta hem Müttefik, hem de Mihver kuvvetlerinden ve bunun yanı sıra Irak hükümetinden finansman almıştır. Bağdat’ta bulunurken önde gelen Iraklı siyasetçi Reşit Ali Geylani ve Irak ordusundaki Mihver yanlısı subaylar ile temas kurmuştur. 1 Nisan 1941’de İngiliz yanlısı Irak rejimini devirmişler ve Geylani’nin Başbakan ve el-Hüseynî’nin de Almanya ve İtalya ile önemli irtibat kişisi olduğu bir hükümet kurmuşlardır. Geylani rejimi, Hindistan’dan gelen İngiliz birliklerine Irak’tan transit geçme izni vermeyi reddettiğinde İngilizler Irak’ı işgal etmiştir. İngiliz birlikleri Bağdat’a yaklaşırken önem teşkil eden Mihver desteğini sağlayamayan Geylani ve el-Hüseynî, 29 Mayıs’ta İran’a kaçmıştır. O sonbaharda İtalyan makamları el-Hüseynî’yi İran’dan İtalya’ya kaçırmıştır. 11 Ekim 1941 tarihinde Roma’ya varmıştır.

El-Hüseynî Irak’ta iken Mihver uluslarından şu konularda açık bir destek beyanı almaya çalışmıştır: 1) İngiliz ve Fransız egemenliğinden bağımsız Araplar, 2) Bağımsız Arap uluslarının bir biçimde birleşme özgürlüğü ve 3) Filistin’de kurulması önerilen Yahudi anavatanının ortadan kaldırılması. Ayrıca başlatabileceğini vaat ettiği, ancak bunu sadece Mihver beyanı ile birlikte yapabileceğini söylediği Arap başkaldırısı için askerî ve malî destek aramıştır. Almanlar, 1939 yılının başında bu konular hakkında ciddi bir dahili tartışmaya girmiştir. 1941 ilkbaharı itibariyle destek sağlamaya hazırlanmışlar, ancak Arap bağımsızlığına ilişkin önerilerle ilgili olarak temkinli olmayı sürdürmüşlerdir. Almanlar, Kuzey Afrika’yı ve Levant’ın (Lübnan ve Suriye) belirli kısımlarını kendi nüfuz alanları dahilinde gören İtalyanlar’ı aleyhine çevirmek istemiyordu. Öte yandan Vichy Fransası’nın sömürgeci yöneticilerinin, General Charles de Gaulle’nin Özgür Fransız hareketi çağrısını cevaplamasına sebep olmayı da arzu etmiyorlardı. El-Hüseynî’nin 1941 kışında Hitler’e doğrudan çağrıda bulunmasına karşın Almanlar istediği beyanatı vermediler.

1941 baharında Alman Dışişleri Bakanlığı, sabotaj operasyonları için el-Hüseynî’nin şebekesinin kullanılmasını onaylamış ve kaynak sağlaması için Abwehr’e yetki vermiştir. Araplar İngilizlere karşı ayaklanacak olursa Almanlar doğrudan askerî yardım sağlayacaktı. Almanlar, el-Hüseynî’ye kendini idamesi için de para göndermeye hazırdı. İngiliz Birlikleri Bağdat’a doğru ilerlerken çaresizlik içinde talep edilen askerî ve malî desteğe cevap olarak Alman Dışişleri Bakanlığı, el-Hüseynî’ye karşılığında “yakın gelecekte Filistin’de büyük bir operasyon yürütmesi” için gereken ilk büyük nakit ödemeyi sağlamıştır. 9 Mayıs’ta el-Hüseynî Bağdat radyosunda bir fetva vererek tüm Müslümanları İngiltere’ye karşı Kutsal Savaşta Irak’ı desteklemeye çağırmıştır. İngilizler, 2 Haziran 1941’de Bağdat’ı işgal etmiştir. İngiliz birliklerinin ulaşmasından önce Iraklı siviller, 1-2 Haziran 1941’de Bağdat’ın Yahudi nüfusuna karşı Farhud olarak bilinen bir katliam tertip etmiştir. Bu katliam, 128 Yahudinin canını almış ve yaklaşık 1.500 işletme ile evi yok etmiştir. El-Hüseynî daha sonra Irak’taki yenilgiden ötürü Yahudileri suçlasa da mevcut belgelerde sözlerini ya da eylemlerini Farhud ile ilişkilendiren bir bağ teyit edilememiştir. Filistin’de başkaldırı hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.

Daha fazla bilgi için bkz.:

1. Hacı Emin el-Hüseynî: Kudüs Müftüsü
2. Hacı Emin el-Hüseynî: Savaş Döneminde Propagandacı
3. Hacı Emin el-Hüseynî: Tarih Cetveli