Avrupalı Yahudiler, Holokost’tan önce yüzyıllar boyunca Yahudi karşıtlığına göğüs germiştir. Avrupa genelinde hükûmetler ve kiliseler, Yahudilere pek çok kısıtlama uygulamıştır. Örneğin, Yahudilerin toprak sahibi olması yasaklanmıştır ve Yahudilerin nerede yaşayacakları ve hangi işleri yapacakları kısıtlanmıştır. Zaman zaman Yahudileri toplumdan dışlamak amacıyla Yahudiler, ayırt edici işaretler takmaya bile zorlanmıştır.

Yüzyıllara dayanan bu dışlanma ve zulüm, pek çok Yahudinin Yahudi toplumsal yaşamının geleceği için tek çözümün İsrail topraklarında bir vatan kurulmasıyla olduğu sonucuna varmasına neden olmuştur. 19. yüzyılın sonlarında bu amacı desteklemek amacıyla Siyonizm olarak adlandırılan yeni bir Yahudi siyasi hareketi kurulmuştur. Siyonizm hareketi, Yahudi karşıtı yeni siyasi hareket ve politikaların ortaya çıkması nedeniyle zulmün giderek artmasıyla birlikte I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da daha da popülerlik kazanmıştır.

Holokost sırasında Naziler ile müttefikleri ve işbirlikçileri altı milyon Yahudi erkeği, kadını ve çocuğu katletmiştir. Avrupa’da yüzyıllara dayanan Yahudi yaşamı ve binlerce Yahudi mahallesi yok edilmiştir. 

Bu soykırımın ardından Holokost’tan sağ kurtulanların çoğunun ve diğer Yahudilerin güvenli ve bağımsız bir şekilde yaşayabilecekleri kendilerine ait bir ülkeye ihtiyaçları olduğu görülmüştür. Holokost’tan sağ kurtulanlar, uluslararası liderler ve diğerleri tarafından Siyonizme verilen destek artmıştır. Mayıs 1948’de İsrail devleti kurulduğunda Holokost’tan sağ kurtulanların çoğu, artık hassas bir azınlık olmayacakları ülkeyi vatanları olarak benimsemiştir.

Holokost’tan Önce Yahudi Karşıtlığına Yahudiler Tarafından Verilen Tepkiler

19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Avrupa’da yeni bir tür Yahudi karşıtlığı gelişmiştir. Bu dönemde Hristiyanlar arasında Yahudilere karşı uzun zamandır beslenen önyargılar ırk, millet ve etnik nedenlerden kaynaklanan yeni nefretlerle birleşmiştir. Yahudi karşıtları, pek çok ülkede medyayı kullanarak Yahudi karşıtı komplo teorilerini ve Yahudiler hakkında yalanlar yaymıştır. Nefret ateşine körükle gitmiş ve insanların korku ve önyargılarını suistimal etmişlerdir. Yeni siyasi hareketler, açıkça Yahudi karşıtlığı yapan platformlarda çalışmıştır. Avrupa’daki milliyetçi hareketlerin çoğu, Yahudileri Avrupa’ya ait olmayan yabancılar olarak resmetmiştir. Rusya İmparatorluğu’nda Yahudi mahallelerini hedef alan şiddetli ve ölümcül ayaklanmalar (pogromlar) yaşanmıştır.

Yahudiler, Avrupa’nın dört bir yanında Yahudi karşıtlığıyla en iyi şekilde baş etmekle uğraşırken bir yandan da Yahudi toplumsal yaşamının canlılığını korumaya çalışmıştır. Yahudi dinî geleneklerinin modern yaşamla nasıl dengelenebileceği hakkında hararetli tartışmalar yapmışlardır. Yahudilerin asimile olup olmayacağını ya da modernleşip modernleşmeyeceğini ve bunların nasıl olabileceğini tartışmışlardır. Yahudilerin—kimliklerinin bir göstergesi olarak—hangi dili konuşmaları gerektiğini tartışmışlardır. Avrupa’daki yaygın fakirlik ve şiddet tehditleri ışığında bazı Yahudiler, Amerika Birleşik Devletleri’ne ya da başka yerlere göç etmenin en iyisi olduğu yönünde fikirlerini beyan etmiştir.

İşte modern Siyonizm, bu şartlar altında kurulmuştur. Bu siyasi hareket, İsrail’de özerk bir Yahudi devletinin kurulmasını desteklemiştir. “Siyon” adı, Yahudi İncili’nde İsrail için kullanılan isimlerden birinden türetilmiştir. Modern Siyonizm, Yahudilerin kesintisiz bir şekilde 4.000 yıldan daha uzun süre yaşadıkları İsrail topraklarındaki yüzyıllara dayanan geçmişi temel alınarak inşa edilmiştir. İsrail toprakları, Yahudilik ve Yahudi İncili’nin temel odak noktalarından biri olmuştur.

Bu nedenle Siyonizmin hem eski hem de yeni olduğunu söylemek mümkündür. Siyonizm, Yahudiler ve İsrail toprakları arasındaki dinî ve tarihî bağlardan doğmuştur. Ancak Siyonizm, aynı zamanda modern bir siyasi hareketti. Giderek artan Yahudi karşıtlığına bir tepki olarak doğmuştu. Ayrıca kısmen 19. yüzyıl Avrupası’nda yaygın olan etnik kökene dayalı milliyetçilik gibi fikir ve kavramlardan esinlenilerek oluşturulmuştur.

Theodor Herzl ve İlk Siyonist Kongre

Modern Siyonizm hareketi, 19. yüzyılın sonlarında Theodor Herzl tarafından kurulmuştur. 

Herzl, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda Yahudi bir avukat ve gazeteciydi. Avrupa’da her yere nüfuz eden Yahudi karşıtlığıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu durum, Siyonizm hareketini kurmada kendisine ilham kaynağı olmuştur. Viyana’nın öndegelen gazetelerinden birinde dış muhabir olarak çalışan Herzl, 1894 yılında Paris’te yaşanan Yahudi karşıtı Dreyfus davasını takip etmiştir. Alfred Dreyfus, Fransız Yahudi bir askerdi. Yahudi karşıtı önyargıların hedefi olmuş ve haksız yere vatan hainliğinden hüküm giymişti. Bu davada Yahudileri entrikalar çeviren yabancılar olarak resmeden yalanlar ortaya atılmıştır. Herzl, 1897 yılında Yahudi karşıtı olduğunu açıkça söyleyen siyasetçi Karl Lueger’in Viyana belediye başkanı olmasına da şahit olmuştur.

Herzl, Yahudilerin kendi özerk ve bağımsız devletlerine sahip olmaları gerektiğini ifade etmiştir. Yahudilerin Avrupa’da kırılgan bir azınlık olmaktansa atalarından kalma vatanları olan İsrail’e dönmeleri gerektiğini düşünüyordu.

Herzl, 1897 yılında Birinci Siyonist Kongresi’ni düzenlemiştir. Bu toplantı sırasında katılımcılar, Yahudi topraklarında “Yahudiler için herkes tarafından tanınan ve yasal güvence altına alınmış bir vatan kurma”ya ant içtiler. O sırada söz konusu bölge, Osmanlı İmparatorluğu toprağıydı. İngilizcede bölgenin antik dönemlerdeki ve Bizans dönemindeki adının İngilizceleştirilmiş hâli olan “Palestine” (Filistin) adıyla anılıyordu.1 Herzl ve arkadaşları, Siyonizm için Osmanlı yöneticileri de dâhil olmak üzere uluslararası liderlerin desteğini kazanmayı umut ediyordu.

Avrupa’daki ve başka yerlerdeki yüz binlerce Yahudi, İsrail’de bir yaşam hazırlamak isteyen aktif Siyonistler hâline geldi. Siyonizm hareketi, Yahudilerin günlük hayatlarında İbranice konuşmasını destekliyordu. Siyonist gruplar, İbranice dil okulları ve gazeteler kurdular. Siyonist gençlik grupları ve spor kurumları, Avrupa’nın dört bir yanında popülerlik kazandı. Siyonizm hareketi, Yahudilere kendilerini tarım işçisi geliştirmeye ve gelecekteki vatanlarında yararlı olabilecek beceriler öğrenmeye teşvik etti.

I. Dünya Savaşı’ndan Sonra Filistin Mandası’nın Kurulması

I. Dünya Savaşı (1914–1918) Avrupa, Orta Doğu ve diğer yerlerin haritalarında büyük değişikliklere yol açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, İttifak Devletleri’nin bir parçası olarak savaşa girmiştir. Almanya, Bulgaristan ve Avusturya-Macaristan ile birlikte savaşmıştır. İttifak Devletleri, Büyük Britanya, Fransa, Rus İmparatorluğu ve diğer ülkelere karşı savaşmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ve sahip olduğu toprakların geleceği, savaş sırasında tartışılan bir konuydu. Uluslararası gözlemcilerin çoğuna göre Osmanlı İmparatorluğu, düşüşteydi. Ayrıca farklı ülkeler ve grupların Orta Doğu’daki Osmanlı topraklarının kontrolünü ele geçirmek istediği de aşikârdı. İngiliz hükûmeti ve diğer güçler, Osmanlı topraklarının geleceğiyle ilişkili çok sayıda antlaşma yapmış ve karar vermiştir. Bunlardan biri de Balfour Deklarasyonu’ydu. Deklarasyon, İngilizler tarafından 1917 yılında düzenlenen bir bildirimdi. Balfour Deklarasyonu, belgede “Palestine” (“Filistin”) olarak adlandırılan bölgede “Yahudiler için millî bir vatan” kurulmasını desteklemiştir.

I. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Bunun sonucunda da yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’daki topraklarını yönetmek üzere Milletler Cemiyeti mandası kurulmuştur. Bu mandalar, “Suriye ve Lübnan Mandası” ve “Filistin Mandası” olarak belirlenmiştir. Büyük Britanya, artık Filistin Mandası olarak anılan bölgenin idarî kontrolünü almıştır.2  Manda antlaşmasında Balfour Deklarasyonu’ndaki taahhütlerin yerine getirilmesinden İngiliz yetkililerin sorumlu olduğu belirtilmiştir. Bölgede üç resmî dil vardı: İngilizce, Arapça ve İbranice.

I. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda Avrupa’daki siyasi partilerin çoğu, nefret dolu Yahudi karşıtı mesajların seçmenlerde olumlu karşılık bulduğunu fark etmiştir. Yeni siyasi hareketler (Alman Nazizmi dâhil) açıkça Yahudi karşıtı hedefleri olduğunu ilan etmiş ve Yahudi karşıtı parti platformlarını benimsemiştir. Aynı sırada Siyonist hareket de büyümeye devam etmiştir ve İsrail topraklarında bağımsız bir İsrail devleti kurulması hedefi için çalışmaya devam etmiştir. Ancak İngiliz yetkililer, Yahudilerin Filistin Mandası’na göç etmesini katı bir şekilde sınırlandırmıştır. Bunu, yerli Arap ve Yahudilerin şiddet göstermesini ve huzursuzluk hissetmesini engellemek için yapmışlardır. Siyonistlerin çoğu, göçlere getirilen bu kısıtlamalara çok sinirlenmiştir.

Holokost (1933–1945) Sırasında Güvenli Bir Liman Arayışı

Almanya'dan yapılan Yahudi göçü, 1933–1940

Naziler, Ocak 1933’te Almanya’da iktidara gelmiştir. Çok sayıda Yahudi, yeni rejimin hızla yayılan ve devlet tarafından desteklenen Yahudi karşıtı politika ve yasalarından kaçmaya çalışmıştır. Avrupa’daki diğer ülkelere ya da Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Filistin Mandası gibi başka yerlere göç etmeyi denemişlerdir. Ancak Almanya’yı terk etmek, hiç de kolay değildi. Göç etmek isteyen bir Yahudinin hem maliyetli hem de organize etmesi zor olan çok sayıda belge için başvuru yapması gerekiyordu. Bir kişi, bu belgeleri almayı başarsa da Yahudileri kabul eden ülkelerin sayısı çok azdı.

1930’lar boyunca İngilizler, Yahudilerin Filistin Mandası’na göç etmesini daha da kısıtlamıştır. Buna karşın 1933 ile 1939 yılları arasında yaklaşık 60.000 Yahudi, Almanya’dan ve Almanya’nın ilhak ettiği topraklardan Filistin Mandası’na ulaşmıştır.

Mayıs 1939’da İngilizler, “1939 Resmî Raporu” olarak bilinen bir politika belgesini hazırlamıştır. Raporda Yahudilerin Filistin Mandası’na göçünün daha da kısıtlanması yönündeki planlara yer verilmiştir. Benimsenen politikaların Balfour Deklarasyonu’ndan giderek uzaklaşması, Siyonistleri hem hüsrana uğratmış hem de öfkelendirmiştir. Tüm bunların zamanlaması da çok kötü olmuştur. 1938–1939 yıllarında Nazi Almanyası, komşu ülkelere saldırarak topraklarını genişletmiştir. Bunun sonucu olarak da daha fazla Yahudi, Nazi Almanyası kontrolü altına girmiştir. Eylül 1939’da II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Avrupa’daki Yahudi nüfusu, daha büyük bir tehdit altında kalmıştır. Naziler, kontrolleri altındaki tüm topraklarda genellikle müttefiklerinin ve yereldeki işbirlikçilerinin yardımıyla Yahudilere karşı acımasız toplu şiddet faaliyetlerinde bulunmuştur. Yurt dışına kaçarak Nazilerden kurtulmayı ümit edenler için seyahat etmek, savaş nedeniyle daha da zor ve hatta tehlikeli bir hâl almıştır. Neredeyse hiçbir ülke, Yahudileri kabul etmek istememiştir.

Savaş boyunca Yahudi karşıtı Nazi politikaları, artarak sistematik toplu katliamlara dönüşmüştür. Naziler, müttefikleri ve işbirlikçileri, günümüzde Holokost olarak bilinen bir soykırımda altı milyon Yahudi erkeği, kadını ve çocuğu katletmiştir.

II. Dünya Savaşı (1939–1945) Sırasında Filistin Mandası

II. Dünya Savaşı boyunca Almanlar ve İngilizler ile müttefikleri arasındaki anlaşmazlıklar, Kuzey Afrika’ya da sıçramıştır. İngilizler, 1942 yılında El-Alameyn Muharebesi’yle Almanların Mısır’daki ilerlemesini durdurabilmiştir. Böylece Filistin Mandası, İngiliz kontrolünde kalmıştır ve burada yaşayan Yahudiler, Nazi soykırımından kurtulmuştur.

Kurtarma operasyonu için ayrılmadan önce, Yahudi paraşütçü Hannah Szenes kardeşiyle birlikte.

Filistin Mandası’daki Yahudilerin büyük bir bölümü, Nazi Almanyası’na karşı verilen mücadeleye katılmak istemiştir. Binlerce kişi, İngiliz ordusunda görev yapmak üzere gönüllü olurken bazıları da yeni kurulan Yahudi birlikleri bünyesinde savaşmıştır. Örneğin Hannah Szenes, Macaristan’da doğmuş olan Yahudi bir kadındı. Direniş ve kurtarmada çalışmak üzere Alman cephelerinin gerisine gönderilen gönüllü bir paraşütçü olarak görev yapmıştır. Szenes, Alman işgali altındaki Macaristan’a geçmeye çalışırken yetkililer tarafından yakalanmıştır. Szenes, kendisine aylarca işkence yapılsa da arkadaşlarına asla ihanet etmemiştir. En nihayetinde Szenes, vatan hainliğinden suçlu bulunarak idam edilmiştir. İngiliz ordusunun bir parçası olan ve Davud Yıldızı bayrağı altında savaşan Yahudi Tugayı Grubu, resmî olarak Eylül 1944’te kurulmuştur. Grupta Filistin Mandası’ndan gelen 5.000’den fazla Yahudi, görev yapmıştır. Yahudi Tugayı, 1945 yılının Mart ayından Avrupa’da savaş bittiği 1945 Mayısına dek Almanlara karşı İtalya’da cesurca savaşmıştır.

Filistin Mandası’ndaki çok sayıda Yahudinin aileleri ve arkadaşları, Avrupa’da sıkışıp kalmıştı. Bu Yahudiler, sevdiklerinden haber alabilmek için endişe içinde beklemiştir. Avrupa’daki Yahudilerin toplu olarak katledildiğine dair bilgiler herkes tarafından bilinir hâle geldikçe de dehşete düşmüşlerdir.

Savaştan Sonra Yaşanan Mülteci Krizi (1945–1948)

1945 yılının baharında Almanya’yı yenen Müttefik kuvvetler—Holokost’tan sağ kurtulan binlerce kişi de dâhil olmak üzere—Avrupa’daki milyonlarca masum sivilin savaştan önceki evlerinden çok uzakta yaşadığına şahit olmuştur. 6 milyon Avrupalı Yahudinin ve milyonlarca diğer kişinin katledilmesinin yanı sıra, Nazi Almanyası tarafından daha önce görülmemiş ölçekte bir zorunlu nüfus göçü de gerçekleştirilmiştir. Savaş sırasındaki Alman politikaları, dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük mülteci krizini doğurmuştur.

Almanya, Mayıs 1945’te teslim olmuştur. Birkaç ay içinde Müttefik kuvvetler, milyonlarca insanın vatanlarına geri dönmesini sağlamıştır. Ancak Holokost’ta sağ kurtulanların çoğu, savaştan önceki evlerine dönmeyi ya reddetmiştir ya da bunu yapacak gücü kendilerinde bulamamıştır. Bu insanlar sadece ailelerini ve içinde yaşadıkları topluluğu kaybetmekle kalmamıştı; sahip oldukları herşey ve geçim kaynakları da kendilerinden alınmıştı. Dahası savaştan önceki evlerine dönmek, Yahudi karşıtlığıyla ve Holokost sırasında yaşadıkları ağır travmalarla sürekli olarak karşı karşıya kalmak anlamına da geliyordu. Savaştan önceki evlerine geri dönen Yahudiler, genellikle düşmanca davranışlara ve şiddete maruz kalıyordu. Örneğin Holokost’tan sağ kurtulan 42 kişi, Temmuz 1946’da Polonya’daki Kielce kasabasında öldürülmüştür.

Holokost’tan sağ kurtulanların çoğu, Avrupa’nın Batılı Müttefik kuvvetler tarafından özgürlüğüne kavuşturulan kısımlarına gitmiştir. Evleri olarak kabul edebilecekleri ve yeni bir hayata başlayabilecekleri yeni yerler bulmayı umut etmişlerdir. Ancak bu isteği gerçekleştirmek, hâlâ çok zordu. Amerika Birleşik Devletleri, İngiliz kontrolündeki Filistin Mandası ve diğer ülkelerdeki göç kısıtlamaları, hâlâ geçerliydi. 

Batı Avrupa’da Müttefik kuvvetlerin işgali altındaki bölgelerde Holokost’tan sağ kurtulan kişilerin çoğu, Yerinden Edilmiş Kişilere Yönelik Kamplar olarak adlandırılan mülteci kamplarına yerleştiriliyordu. Yerinden Edilmiş Kişilere Yönelik Kamplardaki Yahudilerin sayısı, 1947 yılında zirveye çıkarak yaklaşık 250.000’e ulaşmıştır. Bu kampların kalıcı yerleşimler olması amaçlanmıyordu ancak yerinden edilmiş kişilerin çoğunun gidecek bir yeri yoktu.

Amerika ve İngiltere’de Yahudi Mülteciler Hakkındaki Tartışmalar

Yerinden edilmiş Yahudilerin kaderi, ABD ve İngiltere hükûmetleri arasında bir tartışma konusuydu. 1945 yazında Hükûmetlerarası Mülteci Komitesi’nin ABD temsilcisi olan Earl G. Harrison, Yahudilerin ve savaştan önceki evlerine dönmesi mümkün olmayan diğer kişilerin ihtiyaçlarını belirlemek üzere bir çalışma yapmıştır. Çalışmanın sonuç raporunda Harrison yerinden edilmiş kişilere yapılan muameleyi çok sert eleştirmiştir. Yerinden Edilmiş Kişilere Yönelik Kamplardaki koşulların aşırı kalabalık ve sağlığa aykırı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca yerinden edilmiş Yahudilerin koşullarının iyileştirilmesi için bazı önerilerde bulunmuştur. Son olarak Harrison, bir an önce harekete geçilerek Yahudi mültecilerin yerleştirilmeleri gerektiğine dikkat çekmiştir. Yerinden edilmiş Yahudilerin çoğunun Filistin Mandası’na gitmek istediğinin de altını çizmiştir. Harrison, “Jewish Agency of Palestine” tarafından hazırlanan dilekçeye atıfta bulunmuştur. Bu dilekçede İngilizlerin Yahudiler için 100.000 ilave göç sertifikası düzenlemesi talep edilmiştir.

ABD Başkanı Harry S. Truman, Harrison Raporu’nu İngiltere Başbakanı Clement Attlee’ye iletmiştir. Truman, İngilizlerden yerinden edilmiş 100.000 Yahudinin Filistin Mandası’na göç etmesine izin verilmesini talep etmiştir. Attlee, hem Truman’ın teklifini hem de Harrison Raporu’ndaki önerileri reddetmiştir. Ayrıca Truman’ı ABD’nin Yahudilerin Filistin Mandası’na göç etmesini savunması durumunda Amerika-İngiltere ilişkilerinin “büyük zarar” göreceği konusunda uyarmıştır.

İngilizler, Amerika Birleşik Devletleri’yle olan ilişkilerini düzeltmek için, “İngiliz-Amerikan Filistin Araştırma Komisyonu”nu kurmuştur. Komisyon, Harrison Raporu’daki iddiaları araştırmıştır. Komisyonun Nisan 1946 tarihli raporunda Harrison’un bulguları teyit edilmiştir. Raporda 100.000 Yahudinin Filistin’e göç etmesine izin verilmesi önerilmiştir. İngilizler, bu önerileri reddetmiştir.

Yeni kurulan İsrail devletine yeni vatandaşları taşıyan Yahudi mülteci gemisi "Pan-York", Hayfa limanına yanaşıyor.

Yerinden Olmuş Kişilere Yönelik Kamplarda Holokost’tan Sağ Kurtulanlar ve Siyonizm

Holokost’tan sonra sağ kurtulanların çoğu, Avrupa’dan ayrılmak istemiştir. Bu kişiler, Siyonizmin umut ve gelecek vadettiğini düşünmüştür. 1945’ten 1948’e kadar sağ kurtulan Yahudiler, en istedikleri yer olarak İngiliz kontrolündeki Filistin Mandası’nı giderek daha da fazla tercih etmiştir.

Filistin Mandası’ndaki Yahudi cemaatinin başkanı olan David Ben-Gurion, 1945 ve 1946 yıllarında Avrupa’daki Yerinden Edilmiş Kişilere Yönelik Kampları birkaç kez ziyaret etmiştir. Ben-Gurion’un yaptığı ziyaretler, yerinden edilenlerin moralini yükseltmiş ve İsrail devleti için onların desteğini kazanmıştır. Yerinden edilmiş kişiler, Siyonizm davasında etkili bir güç hâline gelmiştir. Yerinden Edilmiş Kişilere Yönelik Kamplar’da İngiltere’nin Filistin Mandası’na göçleri kısıtlayan politikasına karşı yapılan toplu protestolar, sık sık yaşanmaya başlamıştır.

Ancak İngiltere, kısıtlayıcı göç politikalarını sürdürmüştür. Bu durum, Yahudilerin Filistin’e ne olursa olsun erişme konusundaki kararlılığını daha da güçlendirmiştir. 1945’ten 1948’e kadar Briḥah (İbranicede “kaçış” ya da “firar”) kuruluşu, 100.000’den fazla Yahudinin Doğu Avrupa’dan Müttefik kuvvetlerin işgali altındaki bölgelere ve Yerinden Edilmiş Kişilere Yönelik Kamplar’a götürülmesini sağlamıştır. Yahudi Tugayı Grubu, yerinden edilmiş kişileri buradan alıp İngiltere’nin izni olmadan Filistin Mandası’na götürmek üzere gemiler ayarlayan gruplardan oluşan bir ağa liderlik etmiştir.

İngilizler, bu gemilerin çoğunu yakalamıştır ve Filistin’e girmelerine izin vermemiştir. 1945 ile 1948 yılları arasında 50.000’den fazla Yahudi mülteci, İngilizler tarafından denizlerde yakalamıştır. Bu kişiler, Akdeniz’deki Kıbrıs adasındaki toplama kamplarına gönderilmiştir. 1947 yılında yaşanan sıra dışı bir olayda İngilizler, denizde yol almakta olan Exodus 1947 adlı gemiyi durdurmuştur. Gemide Holokost’tan kurtulan 4.500 kişi yolculuk ediyordu. İngilizler, bu kişilerin Filistin Mandası’na girmesine izin vermeyerek hepsini Almanya’nın İngiliz işgali altındaki bir bölgesine göndermiştir. Bu olay, dünya genelinde duyulmuş ve İngiliz hükûmeti için bir utanç kaynağı olmuştur. Avrupa’daki Yahudilerin savaştan sonra içinde bulundukları zor durumu gözler önüne sermiştir. Ayrıca uluslararası kamuoyunun 1948 yılında İsrail devletinin nihayet tanınmasına olumlu bakmasını sağlamıştır.

Holokost’tan Sağ Kurtulanlar ve İsrail Devletinin Kuruluşu

Mülteci krizi giderek kötüleşirken İngiliz hükûmeti, konuyu Birleşmiş Milletler’e (BM) taşımıştır. 29 Kasım 1947’de özel bir oturumda toplanan BM Genel Kurulu’nda Filistin Mandası topraklarının biri Yahudi, diğeri Arap olmak üzere iki yeni devlete bölünmesi oylanmıştır. Bu, Yahudi liderler tarafından kabul görürken Araplar tarafından reddedilen bir öneriydi.

İngilizler, Nisan 1948’de Filistin’deki birliklerini çekmeye başlamıştır. Bunun üzerine Siyonist liderler, modern bir Yahudi devletinin kurulması için hazırlıklara başlamıştır. David Ben-Gurion, 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail devletinin kurulduğunu açıklamıştır. Ben-Gurion açıklamasında şunları söylemiştir:

Avrupa’daki milyonlarca Yahudiyi derinden etkileyen Nazi [H]olokostu, kapılarını tüm Yahudilere açarak ve Yahudileri diğer devletlerle eşit seviyeye taşıyarak Yahudilerin evsizlik sorununu çözecek Yahudi devletinin yeniden tesis edilmesinin ne kadar acil olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
—Yahudi devletinin Bağımsızlık Bildirgesi, orijinali 15 Mayıs 1948 tarihinde New York Times İngilizce olarak yayınlanmıştır. 

Başkan Truman, hemen aynı gün yeni kurulan İsrail devletini tanımıştır. Yahudilerin İsrail’e göç etmesinin önündeki tüm kısıtlamalar kaldırılmıştır. Holokost’tan sağ kurtulanlar, hemen İsrail devletine varmaya başlamıştır. Sağ kalanların çoğu, İsrail Bağımsızlık Savaşı’nda (1948–1949) asker olarak görev yaparken hayatını kaybetmiştir. Holokost’tan sağ kurtulanlar, İsrail nüfusunun çok az bir kısmını oluştursalar da ulusa büyük katkılar sunmaya devam etmektedirler. Holokost’tan sağ kurtulan dünyanın dört bir yanındaki kişiler ve aileleri için İsrail devleti, önemli bir güvenlik ve gurur kaynağıdır.