İngiltere’nin Hitler’e ve Nazi Almanyası’na Yatıştırma Politikası
Yatıştırma politikası, diplomatik bir stratejidir. Bu politikayla savaştan kaçınmak için saldırgan bir yabancı kuvvete bazı tavizler verilmesi söz konusudur. Bu strateji, genellikle 1937 ila 1940 yıllarında görev yapan İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’le ilişkilendirilir. 1930’larda İngiliz hükûmeti, Nazi Almanyası’na karşı bir yatıştırma politikası izlemiştir. İzlenen yatıştırma politikası, II. Dünya Savaşı’nı önleyemediği için bugün bir başarısızlık olarak değerlendirilmektedir.
Önemli gerçekler
-
1
Yatıştırma politikası, pragmatik bir stratejiydi. İngiltere’nin 1930’lardaki ülke içindeki sorunlarını ve diplomatik felsefesini yansıtmaktadır.
-
2
Münih Antlaşması, yatıştırma politikasının en bilinen örneğidir. Antlaşma, 1938 yılında İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya arasında imzalanmıştır.
-
3
Strateji, Adolf Hitler’i ve Nazileri durdurmaya yeterli olmamıştır. Hitler ve Naziler, daha fazla toprak ele geçirmeye ve savaşmaya kararlıydı.
Yatıştırma politikası, diplomatik bir stratejidir. Bu politika, savaştan kaçınmak için saldırgan bir yabancı kuvvete bazı tavizler verilmesi demektir. Yatıştırma politikasının en bilinen örneği, İngiltere’nin 1930’larda Nazi Almanyası’na karşı izlediği dış politikadır. Yatıştırma politikası, herkesin hafızasında İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’le (görev yaptığı yıllar: 1937–1940) ilişkilendirilmektedir. Ancak Nazi Almanyası’na karşı yatıştırma politikası izlemek, Chamberlain’den önceki başbakanlar James Ramsay MacDonald (1929–1935) ve Stanley Baldwin (1935–1937) dönemlerinde de benimsenen bir stratejidir.
1930’larda İngiliz liderlerin yatıştırma politikasını benimsemesinin temel nedeni, ikinci bir dünya savaşından kaçınmalarıydı. I. Dünya Savaşı’nın (1914–1918) Avrupa için çok ağır sonuçları olmuştu ve savaşta milyonlarca kişi hayatını kaybetmişti. Savaş nedeniyle yaşanan yıkıcı kayıplar, İngiltere’yi Avrupa’da ikinci bir savaşa psikolojik, ekonomik ve askerî olarak hazırlıksız bırakmıştı.
İngiltere’nin Nazilere karşı benimsediği politika, özellikle İngiltere’nin uluslararası konumu nedeniyle önem taşıyordu. İngiltere, 1920’lerde ve 1930’larda dünyanın en güçlü ülkesi değilse bile en büyük güçlerinden biriydi. Dünya nüfusunun yüzde yirmi beşi, Britanya İmparatorluğu tarafından yönetiliyordu. 1930’larda dünyadaki kara parçalarının yüzde yirmisi İngiliz kontrolü altındaydı.
Avrupa Barışına Nazi Tehdidi
Nazi Almanyası’nın (1933–1945) lideri olan Adolf Hitler, saldırgan bir dış politika izlemiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra çizilen uluslararası sınırları ve yapılan antlaşmaları yok saymıştır.
Naziler, Versay Antlaşması’nı bozarak Almanya’yı eski gücüne döndürmek istiyordu. Antlaşmayla Almanya’nın ekonomik ve askerî gücü kısıtlanmaya çalışılmıştır. Antlaşmada I. Dünya Savaşı’nın çıkmasından Almanya sorumlu tutulmuş ve Almanya savaşın getirdiği zararları ödemeye zorlanmıştır. Ayrıca Almanya’nın toprakları küçültülmüş ve Alman ordusunun büyüklüğü sınırlandırılmıştır. Naziler, Alman ordusunu yeniden inşa etmeyi ve kaybettikleri toprakları geri almayı planlıyordu. Ancak Hitler ve Naziler, Versay Antlaşması’nı bozmaktan daha fazlasını yapmayı planlıyordu. Tüm Almanları Nazi imparatorluğu altında birleştirmeyi ve Doğu Avrupa’da “yaşam alanı” (Lebensraum) elde ederek topraklarını genişletmeyi istiyorlardı.
1933’ten itibaren Hitler’in dış politika hakkındaki fikirleri, konuşmalarında ve yazılarında açıkça görülebiliyordu. Ancak Nazi rejiminin ilk yıllarında barışsever bir lidermiş gibi davranıyordu.
İngiltere’nin Nazi Dış Politikası Hakkındaki Bilgisi
1933 yılında İngiliz hükûmeti, Hitler’in dış politika ve savaş konusundaki fikirlerinin farkındaydı. Aynı yılın Nisan ayında Almanya’daki İngiliz Büyükelçisi, Londra’ya bir rapor göndermiştir. Raporda Hitler’in Mein Kampf (Kavgam) başlıklı siyasetnamesi ve otobiyografisi de özetlenmişti. Raporda, Hitler’in savaş ve ordu gücüyle Avrupa haritasını yeniden çizmek istediği açıkça belirtilmişti.
İngiliz yetkililer, Hitler’in manifestosunu ciddiye alıp almamakta ya da manifestoya nasıl yanıt verecekleri konusunda kararsızdı. Bazı yetkililer, Hitler’in devlet yönetmenin sorumluluklarıyla uğraşmaya başladığında önceliklerinin değişeceğini düşünüyordu. Neville Chamberlain’in İngiliz hükûmetinin Hitler’le iyi niyet çerçevesinde müzakere yapabileceğini düşünmesi dikkat çekiciydi. Chamberlain, Hitler’e karşı bir yatıştırma politikası izleyerek (yani taleplerinin bazılarını karşılamayı kabul ederek) Nazilerin savaşa başvurmayacağını umut ediyordu.
Pek çok kişi, normal uluslararası diploması standartları çerçevesinde Hitler’in güvenilmez olduğu konusunda kendisini uyarmıştır. Chamberlain’e aksi yönde görüş bildiren kişiler arasında en dikkat çekeni Winston Churchill’dir. Churchill, 1930’larda siyasi görüşleriyle öne çıkan Parlamento üyesiydi. Hitler’in ve faşizmin İngiltere için arz ettiği tehlike hakkında çok sayıda uyarıda bulunmuştur.
İngiltere, 1930’ların başında neden yatıştırma politikası izlemeyi tercih etmiştir?
Çok sayıda etken, İngiltere’yi yatıştırma politikası izlemeye ve ne pahasına olursa olsun savaştan kaçınmaya zorlamıştır. Bu etkenler arasında yurt içindeki sorunlar, imparatorluk politikası ve diğer jeopolitik hususlar başta gelmiştir.
İngiltere’nin Yurt İçi Sorunları
İngiltere’nin yatıştırma politikası, kısmen de olsa ekonomik sorunlar ve savaş karşıtı duygular gibi ülke içindeki sorunların bir yansımasıydı. Büyük Buhran olarak bilinen Dünya Ekonomik Bunalımı (İngiltere’de Büyük Çoküş olarak bilinir), 1930’larda işsizliğin çok yükselmesine neden olmuştur. Ekonomik sıkıntılar, sokaklarda protesto ve gösteriler yapılmasına neden olmuştur.
Savaş karşıtı duygular ve yatıştırma politikasına destek de İngiltere’de çok yaygın görülüyordu. İngiliz toplumunun en güçlü grupları, yatıştırma politikasını destekliyordu. Bu gruplar arasında öndegelen iş insanları ve kraliyet ailesi de bulunuyordu. Yatıştırma politikası, İngiliz yayın kuruluşu BBC ve The Times gazetesi tarafından da desteklenmiştir. Muhafazakâr Parti yöneticilerinin çoğu da yatıştırma politikasını desteklemiştir; bunun en büyük istisnası ise Winston Churchill’dir.
Britanya İmparatorluğu’nun Politikaları
İngiltere’nin emperyalist politikaları, İngiliz hükûmetinin savaş ve yatıştırma politikası konusundaki tavrını da şekillendirmiştir. İngiltere’nin zenginliği, gücü ve kimliği, çok sayıda dominyon ve koloniyi bünyesinde barındıran imparatorluğa bağlıydı. İngilizler, I. Dünya Savaşı sırasında kaynaklar ve birlikler konusunda imparatorluğa güvenmiştir. Bir dünya savaşı daha yaşanması durumunda İngilizler, kazanmak için yine imparatorluğa ihtiyaç duyuyordu. Ancak 1930’lardaki imparatorluktan destek alınacağı, I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında olduğu kadar kesin değildi.
1930’larda İngiliz politikacılar, savaşın İngiltere ile dominyonlar arasındaki ilişkiyi tehdit edeceğinden endişe duyuyordu. Dominyonlar arasında Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Güney Afrika yer alıyordu. I. Dünya Savaşı’ndan sonra bu dominyonlara Britanya İmparatorluğu içinde belirli düzeyde bağımsızlık tanınmıştı. Politikacılar, bir başka dünya savaşı yaşanması durumunda dominyonların genel desteğinin ne düzeyde olacağından emin değildi.
İngiliz politikacılar, çıkacak bir savaşın dönemin İngiliz kolonilerinde bağımsızlık hareketlerini tetikleyebileceğinden de endişe duyuyordu. İngiliz kolonileri Barbados, Hindistan, Jamaika ve Nijerya idi. İngilizlerin bakış açısına göre kolonilerin bağımsızlığını kazanması bir felaket olurdu. Böyle bir durum, kolonilerin ve sahip oldukları kaynak ve ham maddelerin kaybedilmesi anlamına gelirdi. Ayrıca İngiliz hükûmeti, çıkabilecek bir savaşı kaybetmeleri durumunda savaş sonrası barış antlaşmalarıyla sahip oldukları kolonileri kaybetmekten de korkuyordu.
Diğer Jeopolitik Hususlar
İngiltere’nin yatıştırma politikası, aynı zamanda 1930’lardaki siyasi ortama verilen bir tepkiydi. Dönemin uluslararası arenadaki en güçlü oyuncularının (yani Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, Sovyetler Birliği ve Fransa) her biri için kendilerine özgü yerel ve jeopolitik hususlar söz konusuydu. Ayrıca savaşları önlemek için kurulan Milletler Cemiyeti’nin Nazi Almanyası’nın ve Faşist İtalya’nın saldırganlığı karşısında hiçbir etkisinin olmadığı da görülmüştü.
Almanya’nın Yeniden Silahlanmasına Karşın İngilizlerin Nazilere Karşı İzlediği Yatıştırma Politikası, 1933–1937
1933 ila 1937 yıllarında İngiliz hükûmeti, Nazi Almanyası’nın yeniden silahlanmasına karşı bir yatıştırma politikası benimsemiştir. Naziler, 1933 yılının sonbaharından itibaren mevcut antlaşmalara uymaya ya da I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan dünya düzenini kabul etmeye niyetleri olmadığını gösteren bir dizi hamlede bulunmuştur. Nazi Almanyası, 1933’te uluslararası bir silahsızlanma konferansından ve Milletler Cemiyeti’nden çekilmiştir. Nazi rejimi, 1935 yılında ise Alman hava kuvvetlerinin (Luftwaffe) kurulduğunu ve zorunlu askerliğin yeniden uygulanacağını duyurmuştur. Ardından 1936 yılında Batı Almanya’da Fransa sınırında bulunan Rhineland bölgesine yeniden asker konuşlanmıştır.
Uluslararası camianın pek çok üyesi, Nazilerin eylemleri nedeniyle paniğe kapılmış ve Hitler’in gelecek için niyetleri konusunda endişe duymuştur. Ancak Hitler’in benimsediği dış politikaya nasıl bir kaşılık verileceği konusunda uzlaşma sağlanamamıştı.
İşçi Partili Başbakan Ramsay MacDonald (1929–1935) ve Muhafazakâr Partili Başbakan Stanley Baldwin (1935–1937) yönetimindeki İngiliz hükûmetleri, Nazi Almanyası’na uluslararası antlaşmaları ihlal etmekten herhangi bir yaptırım ya da ceza uygulamamayı tercih etmiştir. Bunun yerine Almanlarla müzakere etmeye çalışılmıştır. Haziran 1935’te İngiltere ile Nazi Almanyası arasında Anglo-Alman Deniz Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmayla Almanya’nın Versay Antlaşması’ndaki hükümlerle izin verilenden çok daha büyük bir donanmaya sahip olmasına izin verilmiştir. İngiliz liderler, bu antlaşmanın İngiltere ve Almanya arasındaki deniz rekabetini önleyeceğini umuyordu.
Neville Chamberlain ve Nazilerin Bölgedeki Saldırganlığına Karşı Yatıştırma Politikası, 1938
Neville Chamberlain, 1937 yılının Mayıs ayında başbakan olmuştur. Chamberlain, başbakan olarak uluslararası konulardan çok ülke içindeki sorunlara odaklanmayı planlıyordu. Ancak Chamberlain’in dış politikadan uzak kalması pek mümkün olmamıştır.
Almanya’nın Avusturya’yı İlhakı
Mart 1938’de Nazi Almanyası, I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan barış antlaşmalarını apaçık ihlal ederek Avusturya’yı ilhak etmiştir. Avusturya’nın ilhakı, Nazilerin komşularının egemenliğini ve sınırlarını hiçe saydığını göstermiştir. Buna karşın uluslararası camia, bunun olup bitmiş bir iş olduğunu kabullenmiştir. Yabancı devletlerin hiçbiri, duruma müdahale etmemiştir. Uluslararası camia, Almanların yayılmacı politikasının bununla biteceğini ummuştur.
Bazı devletler, Avusturya’ya müdahale etmeme kararını kınamıştır. Churchill, Mart 1938’de Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada Avusturya’nın ilhak edilmesinin Nazilerin saldırgan toprak genişletme politikasının sadece ilk adımı olduğu konusunda uyarıda bulunmuştur. Churchill şunları söylemiştir:
[Avusturya’nın ilhakının] ciddiyetini yeterince abartmak mümkün değildir. Avrupa, bir saldırı programıyla karşı karşıyadır. Çok ince bir şekilde hesaplanıp planlanan ve adım adım uygulamaya konan bu programa karşı yapılabilecek tek şey... ya Avusturya gibi teslim olmak ya da etkili önlemler almaktır… Sert bir direnişle karşılaşılacağı kesindir… ancak yine de Avrupa’da barışı korumak ve barış korunamazsa bile Avrupa’daki devletlerin bağımsızlığını korumak için... [hükûmetin harekete geçeceğine] inanıyorum. Gecikecek olursak… [k]aç müttefikimizin ele geçirildiğini, olası müttefiklerimizden kaçının yıkıldığını göreceğimizi bilemeyiz…
Churchill, bu konuşmayı izleyen aylarda Avrupa devletleri arasında bir askerî savunma ittifakı kurulmasını savunmaya başlamıştır. Çoğu kişi, Churchill’in yatıştırma politikasına karşı çıkarak ve Hitler hakkında sürekli uyarıda bulunarak savaş yanlısı ve aşırı şüpheci davrandığını düşünüyordu. Churchill’in İngiltere’nin savaşa hazırlıklı olması gerektiği yönündeki ısrarı, kendisinin Chamberlain’i destekleyen Muhafazakâr Partili arkadaşları arasında pek sevilmemesine neden olmuştur.
Sudetenland Krizi
Almanya’nın Avusturya’nın ilhakından sonra duracağı yönündeki umutlar, çok kısa sürede altüst olmuştur. Hitler, hedefini Çekoslavakya’nın ağırlıklı olarak Almanca konuşulan bir bölgesi olan Sudetenland’a çevirmiştir. Naziler, 1938 yılı yazında Sudetenland’da uydurma bir kriz çıkarmıştır. Çekoslavakya hükûmeti tarafından bölgede yaşayan Almanlara baskı uygulandığı iddiasında bulunmuşlardır. Aslında Naziler, Sudetenland’ı ilhak etmek istiyordu ve bölgeyi işgal etmek için bir bahane arıyordu. Hitler, Çekoslavakların bölgeyi Almanya’ya bırakmayı reddetmesi durumunda savaş açmakla tehdit etmiştir.
İngilizler, Almanya-Çekoslavakya arasındaki bu krizi, uluslararası bir kriz olarak görmüştür. Avusturya, Nazi Almanyası tarafından ilhak edildiğinde diplomatik olarak dışlanmış durumdaydı. Buna karşılık, Çekoslavakya’nın Fransa ve Sovyetler Birliği’yle önemli ittifakları vardı. İşte bu nedenle Sudetenland krizi, Avrupa’da ve hatta dünyada bir savaşın patlak vermesine yol açabilirdi.
Chamberlain’in Hitler’le Müzakere Masasına Oturması
Eylül 1938’de Avrupa, savaşın eşiğinde duruyordu. Bu noktada Chamberlain, kişisel olarak konuya dâhil oldu. Chamberlain, 15 Eylül 1938 tarihinde Hitler’in öne sürdüğü şartları görüşmek için Alman liderin Berchtesgaden’deki tatil evine uçmuştur. Chamberlain’in hedefi, diplomatik bir çözüme ulaşarak savaş çıkmasını önlemekti.
Ancak iki lider, konuyu çözümleyememiştir. Bu nedenle Chamberlain ve Hitler, 22 ve 23 Eylül’de tekrar bir araya gelmiştir. Hitler, yaptıkları ikinci toplantıda Chamberlain’e uluslararası bir antlaşmaya varılıp varılmamasına bakılmaksızın Sudetenland bölgesinin Almanya tarafından 1 Ekim’de işgal edileceğini söylemiştir.
Chamberlain, 27 Eylül’de radyoda yaptığı konuşmada müzakerelerdeki ve Sudetenland’ın kaderi konusundaki duruşunu açıklamıştır:
“Vatandaşları hakkında hiçbir şey bilmediğimiz çok uzaktaki bir ülkede yaşanan bir ihtilaf yüzünden siper kazmak ve gaz maskesi takmak zorunda olmamız ne kadar berbat, mantıksız, inanılmaz… Her ne kadar büyük ve güçlü bir komşuyla karşı karşıya kalan küçük bir ulusu desteklemek zorunda olsak da sadece bu ulus için her koşulda bütün Britanya İmparatorluğu’nu savaşa sürükleme sorumluluğunu üstlenmemiz mümkün değildir. Olur da savaşmak zorunda kalırsak bu, daha büyük sorunlar yüzünden olmalıdır.”
Münih Antlaşması, 29–30 Eylül 1938
29–30 Eylül 1938’de Münih’te uluslararası bir konferans düzenlenmiştir. Konferansa Chamberlain, Hitler, Fransa Başbakanı Édouard Daladier ve İtalyan diktatör Benito Mussolini katılmıştır. Müzakerelerde Çekoslavak hükûmetine yer verilmemiştir. Münih’teki müzakerelerde Chamberlain ve diğer liderler, 1 Ekim’den itibaren Sudetenland’ın Çekoslavakya’dan Almanya’ya temlik edilmesini kabul etmiştir. Hitler, Sudetenland konusunda verilen tavizlere karşılık olarak Çekoslavakya’nın geri kalanını talep etmeyi bırakmıştır. Bir savaşın patlak vermesi şimdilik engellenmiştir. İngiliz, Fransız ve İtalyanlar savaştan kaçınmak için Çekoslavakya’nın egemenliğini göz göre göre hiçe saymıştır.
Münih Antlaşması, İngiltere’nin bugüne kadar verdiği en büyük tavizdir.
Neville Chamberlain: “Zamanımızın Barışı”
Chamberlain, Münih’teki toplantıdan zaferle dönmüştür. Londra’da şu meşhur sözleri söylemiştir:
“Kıymetli dostlarım, bir İngiliz Başbakan, tarihimizde ikinci kez Almanya’dan onurlu bir barışla geri dönmüştür. Bunun zamanımızın barışı olduğunu düşünüyorum.”
Bazen Chamberlain’in sözleri, “zamanımızda barış” şeklinde yanlış aktarılmaktadır.
Winston Churchill’in Münih Antlaşması’nı Kınaması
Chamberlain’in iyimserliğini eleştirenler de olmuştur. Winston Churchill, 5 Ekim 1938’de Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada Münih Antlaşması’nı kınamıştır. Antlaşmayı, İngiltere ve Avrupa’nın geri kalanı için “tam bir yenilgi” olarak tanımlamıştır. Churchill, İngiltere’nin yatıştırma politikasının “Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın güvenliğini ve hatta bağımsızlığını çok büyük tehlikeye attığını ve muhtemelen geri döndürülemeyecek şekilde zarara uğrattığını” da iddia etmiştir.
Münih Antlaşması’nın Başarısız Olması Yatıştırma Politikasının Sona Ermesi
Münih Antlaşması, Nazi Almanyası’nın toprak genişletme politikasını durdurmakta başarısız olmuştur. Nazi Almanyası, Mart 1939’da Çekoslavakya’yı parçalayarak—Prag da dâhil olmak üzere—Çek topraklarını işgal etmiştir. Hitler’in konuşmalarından Nazilerin bir sonraki hedefinin Almanya’nın doğudaki komşusu Polonya olduğu anlaşılıyordu.
Nazilerin Çek topraklarını işgal etmesi, İngiltere’nin dış politikasını değiştirmesine neden olmuştur. İngiliz hükûmeti, yavaş yavaş artık kaçınılmaz gibi görünen bir savaşa hazırlanmaya başlamıştır. İngiltere parlamentosu, Mayıs 1939’da sınırlı bir zorunlu askerlik uygulaması getiren 1939 Askerî Eğitim Yasası’nı kabul etmiştir.
İngiltere, ayrıca Avrupa’daki ortaklarına olan sadakatini de pekiştirmiştir. Prag’ın Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesinden kısa süre sonra İngiliz ve Fransız hükûmetleri, Polonya’nın egemenliğini koruyacaklarını resmî olarak garanti etmiştir. 1939 yılının Ağustos ayı sonlarına doğru İngiltere ve Polonya hükûmetleri arasında bu hususu pekiştiren bir antlaşma imzalanmıştır. İngilizler, saldırgan bir dış gücün Polonya’ya saldırması durumunda Polonya’nın yardımına koşmayı taahhüt etmiştir. Bu antlaşma, Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgal etmesinden sadece birkaç gün önce imzalanmıştır.
İngiltere’nin Nazi Almanyası’na Savaş İlan Etmesi
1 Eylül 1939 tarihinde Nazi Almanyası, Polonya’yı işgal etmiştir. İngiliz hükûmeti, kısa süre önce İngiltere ve Polonya arasında imzalanan antlaşmaya karşın savaşı önlemeye yönelik son bir çaba daha göstermiş ve öncelikle diplomatik bir yaklaşımda bulunmayı denemiştir. Naziler, bu diplomatik teklifleri dikkate almamıştır.
3 Eylül’de İngiliz ve Fransız hükûmetleri, ayrı ayrı Almanya’ya savaş ilan etmiştir. İngiltere ve Fransa’nın savaş ilan etmesi nedeniyle Almanya’nın Polonya işgali, II. Dünya Savaşı olarak bilinen geniş kapsamlı bir savaşa dönüşmüştür. Aynı gün İngiliz parlamentosu, genel zorunlu askerlik uygulaması getiren bir yasayı uygulamaya koymuştur. Chamberlain, radyoda bir konuşma yaparak İngiliz halkına seslenmiştir:
Barış elde etmek için çok uzun zamandır gösterdiğim gayretin başarısız olmasının benim için ne kadar acı bir darbe olduğunu tahmin edebilirsiniz. Yine de yapabileceğim daha başarılı olabilecek daha fazla ya da daha farklı bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Son ana kadar Almanya ve Polonya arasında barışçı ve şerefli bir antlaşma sağlamak pek de mümkün olabilirdi; ancak Hitler, bunu kabul etmedi. En nihayetinde her ne olursa olsun, Polonya’ya saldırmaya karar verdi... Bu hareketi, bu adamın istediğini elde etmek için cebir kullanmaktan asla vazgeçeceğini beklemenin mümkün olmadığını açıkça göstermektedir. Kendisini durdurmanın tek yolu cebir kullanmaktır.
İngiliz hükûmeti, mümkün olan en kısa sürede savaş için hem ülkede hem de imparatorluk genelinde harekete geçmiştir. Ayrıca Almanya, deniz ablukası altına da alınmıştır. Almanya ve İngiltere resmî olarak savaşta olsa da iki ordu çok az karşı karşıya çarpışmıştır. Dolayısıyla bu dönem, “Kolpa Harp” (“Phoney War”) ya da “Sıkıcı Savaş” (“Bore War”) olarak bilinmektedir.
Kolpa Harp Almanya’nın Belçika, Fransa ve Hollanda’yı ele geçirmesiyle birlikte Mayıs 1940’ta sona ermiştir. İngilizler, Eylül 1939’da Britanya Sefer Kuvveti (British Expeditionary Force-BEF) olarak bilinen askerî birlikleri Fransa’ya göndermiştir. BEF Mayıs 1940’ta Belçika, Fransa ve Hollanda ordularıyla yan yana Almanya’ya karşı savaşmıştır. En nihayetinde BEF, Dunkirk’e çekildikten sonra tahliye edilmiştir.
Neville Chamberlain, Mayıs 1940’ta sağlık durumunun kötüleşmesi nedeniyle başbakanlıktan istifa etmiştir. Kasım 1940’ta kanserden ölmüştür. Chamberlain’in istifasıyla birlikte Winston Churchill İngiltere’nin savaş dönemindeki başbakanı olarak göreve gelmiştir. Churchill, İngiltere’yi “Blitz” olarak da bilinen Londra’nın bombalanması dâhil olmak üzere İngiltere Savaşı boyunca yönetmiştir. İngiltere’nin savaş sırasındaki politikalarını belirlemiş ve İngiltere’nin Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’yle savaş sırasında ittifak kurmasını sağlamıştır.
Sonraki beş yıl boyunca İngilizler, Nazilere ve Nazilerin Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki müttefiklerine karşı savaşmıştır. Müttefik Kuvvetler (İngiltere dâhil), en nihayetinde Mayıs 1945’te Nazi Almanyası’nı yenmiştir.
Günümüzden Bakınca Yatıştırma Politikası
II. Dünya Savaşı’nda yaşanan felaketler ve Holokost, dünyanın yatıştırma politikası konusundaki düşüncelerini şekillendirmiştir. Diplomasi stratejisi, genellikle hem uygulama hem de moral bakımından bir başarısızlık olarak görülmektedir.
Günümüzde arşivdeki belgelere bakarak Hitler’e karşı yatıştırma politikası izlemenin, neredeyse kesinlikle başarısız olacağını biliyoruz. Hitler ve Naziler, saldırgan bir savaş yapmak ve daha fazla toprak ele geçirmek niyetindeydi. Ancak Chamberlain’i suçlayanların genellikle olaylara günümüzden bakarak konuşma avantajına sahip olduğu unutulmamalıdır. 1940 yılında hayatını kaybeden Chamberlain’in, II Dünya Savaşı boyunca Naziler ve diğerleri tarafından yapılan mezalimin büyüklüğünü öngörebilmesi mümkün değildi.
Dipnotlar
-
Footnote reference1.
Amerika Birleşik Devletleri, bir yalnızlık politikası benimsemişti. Faşist İtalya ile Nazi Almanyası birbirine çok benziyordu. Sovyetler Birliği, komünist bir ülkeydi. Uluslararası camiadan nispeten izole bir durumdaydı ve İngiltere’yle ilişkileri oldukça gergindi. Ayrıca İngilizler, komünizmin yayılacağından endişe duyuyorlardı. Fransa, askerî olarak çok güçlü olan Almanya’ya karşı kendini savunmak istiyordu. Ancak İngilizler, Fransızların yaklaşımını kabul etmemiştir çünkü Fransızlar Almanya’ya çok katı davranmak istiyordu ve İngiltere bu durumun bir savaşa yol açmasından endişe ediyordu.