
Alman Ordusu ve Nazi Rejiminin Zaman Çizelgesi
Bu zaman çizelgesinde kıdemli profesyonel askerler ile Nazi devleti arasındaki süreç gösterilmektedir. Çizelgede askerî liderlerin Nazi ideolojisini kabul etmelerine ve bu ideoloji için Yahudilere, savaş esirlerine ve silahsız sivillere karşı işlenen suçlardaki rollerine özel bir önem atfedilmiştir.
Holokost’un ardından Alman generaller, II. Dünya Savaşı’nda onurlu bir şekilde savaştıklarını iddia ettiler. Tüm suçlardan kıdemli Nazi muhafızları olan SS’nin ve SS lideri Heinrich Himmler’in sorumlu olduğu konusunda ısrar ettiler.
Alman ordusunun “temiz elleri” efsanesi, Soğuk Savaş kargaşası içindeki Amerikan askerî liderlerinin Sovyetler Birliği’ne karşı kullanabilecekleri bilgiler için Alman meslektaşlarını gözettikleri ABD’de büyük ölçüde kabul görmüştür. Savaşla ilgili az sayıdaki Sovyet anlatısının güvenilir olmadığı düşünüldüğünden (ve Alman ordusu tarafından işlenen suçların çoğu, Sovyet topraklarında gerçekleştiğinden) efsane, on yıllar boyunca hiç tartışılmamıştır.
Bu durum, II. Dünya Savaşı’nın tarihsel kayıtlarında yıllar boyu süren iki yanlış anlamaya yol açmıştır. İlk olarak Alman generaller, Nazi rejiminin suçlarına ortak olan savaş suçluları olarak değil askerî beceri konusunda birer örnek olarak görülmeye başlanmıştır. İkinci olarak Alman ordusunun Holokost’taki rolü, büyük ölçüde unutulmuştur.
Bu zaman çizelgesinde kıdemli profesyonel askerler ile Nazi devleti arasındaki süreç gösterilerek bu yanlış anlamalar ele alınmaktadır. Çizelgede askerî liderlerin Nazi ideolojisini kabul etmelerine ve bu ideoloji için Yahudilere, savaş esirlerine ve silahsız sivillere karşı işlenen suçlardaki rollerine özel bir önem atfedilmiştir.
I. Dünya Savaşı (1914–18)

I. Dünya Savaşı, modern tarihin en yıkıcı savaşlarından biridir. Özellikle Batı Cephesi’nde yaşanan ağır maliyetli muharebeler ve siper savaşı nedeniyle savaş çıkmaza girince iki tarafın da başlangıçtaki hızlı ve kesin bir zafer kazanma isteği kayboldu. 9 milyondan fazla asker öldü. Bu sayı, önceki yüzyılda yapılan tüm savaşlardaki askerî can kaybından çok daha fazladır. Her iki tarafın da ağır kayıplar yaşamasının nedenleri arasında makineli tüfek, kimyasal savaş gibi yeni silahların kullanılmaya başlamasının yanı sıra askerî liderlerin taktiklerini savaşın gelişen mekanize yapısına uyarlamadaki başarısızlıkları sayılabilir.
Büyük Savaş, Alman ordusu için belirleyici bir deneyim olmuştur. Savaş alanında ve iç cephede başarısızlık olarak algılanan durumlar, ordunun savaş hakkındaki inançlarını şekillendirmiş ve sivillerle askerler arasındaki ilişkinin yorumlanmasında etkili olmuştur.
Ekim 1916: Alman Ordusunun Yahudi Sayımı
I. Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunda görev yapan yaklaşık 600.000 askerin yaklaşık 100.000’i Yahudiydi. Bunların çoğu, savaşı ülkelerine olan sadakatlerini kanıtlamak için bir fırsat olarak gören Alman vatanseverlerdi. Ancak Yahudi karşıtı gazeteler ve politikacılar, Yahudilerin savaştan uzak durarak görevlerinden kaçan korkaklar olduğunu iddia etti. Savaş Bakanı, bu iddiayı kanıtlamak için cephede görev yapan Yahudilerin sayısına ilişkin bir çalışma başlattı. Nedeni bilinmemekle birlikte sayım sonuçları, hiçbir zaman yayınlanmadı ve bu nedenle Yahudi karşıtları, savaştan sonra da Yahudilerin vatanseverliğini sorgulamaya devam etti.
11 Kasım 1918: Mütareke ve Sırttan Bıçaklanma Efsanesi
Dört yıldan fazla süren savaşın ardından mağlup Almanya ile İtilaf Devletleri arasında 11 Kasım 1918 tarihinde bir ateşkes yürürlüğe girdi. Alman halkı için yenilgi büyük bir şoktu; onlara zaferin kaçınılmaz olduğu söylenmişti.
Bazı Almanların bu ani yenilgiyi anlamlandırabilmesini sağlayan yollardan biri de “arkadan bıçaklanma” efsanesiydi. Bu efsaneyle başta Yahudiler ve komünistler olmak üzere iç “düşmanlar”ın Alman savaşı kazanmak için gösterdiği çabayı sabote ettiği iddia ediliyordu. Aslında Alman askerî liderleri, Almanya’nın savaşı kazanamayacağını bildikleri ve ülkenin yakında çökeceğinden korktukları için Alman imparatorunu barış istemeye ikna etmişlerdi. Bu askerî liderlerin birçoğu, daha sonra yenilginin sorumluluğunu ordudan uzaklaştırmak için sırttan bıçaklanma efsanesini yaymıştır.
28 Haziran 1919: Versay Antlaşması
I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren Versay Antlaşması, 28 Haziran 1919 tarihinde imzalandı. Almanya’nın yeni kurulan demokratik hükûmeti, antlaşmayı ağır şartlar içeren “dikte edilmiş bir barış” olarak gördü.
Diğer hükümlere ek olarak antlaşmayla Alman askerî gücü, yapay olarak sınırlandırılmıştır. Alman ordusu, her biri 25 yıl hizmet etmesi gereken en fazla 4.000 subaydan oluşan 100.000 kişilik bir gönüllü kuvvetle sınırlandırılmıştır. Bunun amacı, Alman ordusunun daha fazla subay yetiştirmek için hızlı personel değişimini kullanmasını önlemekti. Antlaşma uyarınca tank, zehirli gaz, zırhlı araç, uçak ve denizaltı üretimi ile silah ithalatı da yasaklanmıştı. Genelkurmay Başkanlığı olarak bilinen Alman ordusunun seçkin planlama bölümü, lağvedilmiş ve askerî akademiler ile diğer eğitim kurumları kapatılmıştır. Antlaşmayla Alman askerî güçlerinin Fransa sınırı boyunca konuşlanması yasaklanarak Rhineland’ın askerden arındırılması talep edilmiştir. Bu değişiklikler, Alman subaylarının kariyer beklentilerini büyük ölçüde sınırlandırmıştır.
1 Ocak 1921: Alman Ordusunun Yeniden Kurulması
Weimar Cumhuriyeti olarak bilinen yeni Alman Cumhuriyeti, birçok zor görevle karşı karşıya kalmıştır. Bu görevlerden en zor olanı, Reichswehr adı verilen ordunun yeniden örgütlenmesiydi. Hükûmet, 1 Ocak 1921’de General Hans von Seeckt liderliğinde Reichswehr’i yeniden kurdu. Reichswehr’in küçük ve homojen subay kadrosu, antidemokratik tutumlar, Weimar Cumhuriyeti’ne muhalefet ve Versay Antlaşması’nı baltalama ve atlatma girişimleriyle özdeşleşmişti.
1920’ler boyunca ordu, antlaşmayı defalarca ihlal etti. Örneğin lağvedilen Genelkurmay Başkanlığı planlamasını yeni kurulan “Birlik Dairesi”ne devretti. Ordu, Versay Antlaşması’yla yasaklanmış olan silahları da gizlice ithal etti. Hatta Sovyetler Birliği’yle Sovyet topraklarında yasaklanmış tank tatbikatları yapmasına izin veren bir antlaşma bile imzaladı. Reichswehr’in orta düzey subayları daha sonra Hitler yönetimindeki ordunun liderleri oldular.
27 Temmuz 1929: Cenevre Sözleşmesi
27 Temmuz 1929’da Almanya ve öndegelen diğer ülkeler tarafından Cenevre’de Savaş Esirlerine Uygulanacak Muameleye İlişkin Sözleşme imzalanmıştır. Bu uluslararası antlaşma, savaş esirlerine yönelik korumayı artırmak için daha önce imzalanan 1899 ve 1907 Lahey Sözleşmeleri üzerine inşa edilmiştir. Sözleşme, 1920’lerde savaşı düzenleyen birkaç önemli uluslararası antlaşmadan biriydi. 1925 Cenevre Protokolü’yle zehirli gaz kullanımına ilişkin kısıtlamalar güncellenmiştir. 1928 yılında imzalanan Kellogg-Briand Paktı’yla ulusal bir politika olarak savaş reddedilmiştir.
Savaş sonrasında imzalanan bu antlaşmalar, uluslararası hukuku I. Dünya Savaşı kadar yıkıcı başka bir çatışmayı önleyecek şekilde güncelleme girişimiydi. Ancak Alman ordusu içindeki hâkim olan tutum, askerî gerekliliğin her zaman uluslararası hukuktan daha ağır bastığı yönündeydi. Diğer pek çok ülke gibi Almanya da menfaatinin gerektirdiği durumlarda kuralları esnetmiş ya da çiğnemiştir.
3 Şubat 1933: Hitler’in Üst Düzey Askerî Liderlerle Buluşması
Adolf Hitler, 30 Ocak 1933’te Almanya Şansölyesi olarak atandı. Atanmasından sadece dört gün sonra üst düzey askerî liderlerin desteğini kazanmak amacıyla kendileriyle özel olarak bir araya geldi. Bu özellikle önemliydi çünkü ordu, tarih boyunca Alman toplumunda çok önemli bir role sahip olmuştu ve bu nedenle yeni rejimi devirme potansiyeline sahipti.
Askerî liderlik, sergilediği popülizm ve radikalizm nedeniyle Hitler’e tam olarak güvenmiyor ya da onu desteklemiyordu. Ancak Nazi Partisi ve Alman ordusunun dış politika hedefleri birbirine benziyordu. Her ikisi de Versay Antlaşması’ndan geri çekilmek, Alman silahlı kuvvetlerini genişletmek ve komünist tehdidi yok etmek istiyordu. Bu ilk toplantıda Hitler, Alman subaylarına güven vermeye çalıştı. Bir diktatörlük kurma, kaybedilen toprakları geri alma ve savaş açma planları hakkında açıkça konuştu. Yaklaşık iki ay sonra Hitler, I. Dünya Savaşı’nın ünlü generallerinden Cumhurbaşkanı Hindenburg’un önünde alenen eğilerek Alman askerî geleneğine olan saygısını gösterdi.
28 Şubat 1934: “Aryan Maddesi”
7 Nisan 1933’te kabul edilen Profesyonel Kamu Hizmetini Düzenleme Yasası’nda Aryan Maddesi de yer alıyordu. Söz konusu maddede Aryan kökenli olmayan tüm Almanların (yani Yahudilerin) kamu görevinden zorla emekli edilmesi öngörülüyordu.
Aryan Maddesi, başlangıçta silahlı kuvvetler için geçerli değildi. Ancak 28 Şubat 1934’te Savunma Bakanı Werner von Blomberg, kendi isteğiyle bu yasayı ordu için de yürürlüğe koydu. Reichswehr tarafından Yahudilere karşı ayrımcılık yapıldığı ve Yahudilerin terfileri engellendiği için, bu yasadan 100’den az asker etkilenmiştir. Albay Erich von Manstein, üst düzey askerî liderlere gönderdiği bir muhtırada Alman ordusunun geleneksel değerlerine ve meslekî kurallarına dayanarak işten çıkarmaları kınamış ancak bunun pek bir etkisi olmamıştır. Blomberg’in Aryan Maddesini uygulama kararı, üst düzey askerî yetkililerin Nazi rejimiyle işbirliği yaptığı durumlardan sadece biriydi. Üst düzey askerî yetkililer, ayrıca askerî üniformalara ve nişanlara Nazi sembolleri eklediler ve askerî eğitime Nazi ideallerine dayalı bir siyasi eğitimi de dâhil ettiler.
30 Haziran–2 Temmuz 1934: “Uzun Bıçaklar Gecesi”
1933–1934 yıllarında Hitler, SA lideri Ernst Röhm’ün profesyonel ordunun yerine SA merkezli bir halk milisi kurma çabalarına son verdi. Askerî liderler, Röhm’ün durdurulmasını talep etti. Hitler, yayılmacı amaçları için profesyonelce eğitilmiş ve organize edilmiş bir ordunun daha uygun olduğuna karar verdi. Gelecekte kendisine destek vermeleri karşılığında ordu adına müdahalede bulundu.
Nazi Partisi liderleri, 30 Haziran ve 2 Temmuz 1934 arasında aralarında Röhm’ün ve diğer muhaliflerin de bulunduğu SA yöneticilerini öldürdüler. Bu cinayetler, Nazi rejimi ile ordu arasında nadir istisnalar dışında II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bozulmadan kalacak olan bir antlaşmayı teyit eder nitelikteydi. Bu antlaşmanın bir parçası olarak askerî liderler, Ağustos 1934’te kendisini Alman İmparatorluğu’nun Führer’i (lideri) ilan eden Hitler’i destekledi. Askerî liderler, derhâl yeni bir yemin kaleme alarak Alman Ulusunun canlı bir örneği olarak Hitler’in şahsına hizmet edeceklerine dair yemin ettiler.
Mart 1935–Mart 1936: Wehrmacht’ın Kuruluşu
Almanya, 1935 yılının başlarında Versay Antlaşması’nı ihlal ederek yeniden silahlanmak için ilk kamu adımlarını attı. 16 Mart 1935’te kabul edilen yeni bir yasayla askere alımlar yeniden başlatıldı ve Alman ordusu resmî olarak 550.000 kişiyle genişletildi.
Mayıs ayında gizli bir Reich Savunma Yasası’yla Reichswehr, Wehrmacht’a dönüştürüldü; Hitler ve Hitler’e bağlı bir “Savaş Bakanı ve Wehrmacht Komutanı” ile birlikte Başkomutan yapıldı. İsim değişikliği büyük ölçüde görünüşten ibaretti. Asıl amaç, antlaşmayla oluşturulan savunma gücünden ziyade taarruz harbi yapabilecek bir güç yaratmaktı. Buna ek olarak askere alma yasasında Yahudiler kapsam dışında bırakıldı ve bu durum, Almanya’ya bağlılıklarını kanıtlamak isteyen Yahudi erkekleri hayal kırıklığına uğrattı. Askerî liderler, Nazi rejimiyle birlikte çalışarak silah üretimini artırdı. Mart 1936’da yeni Wehrmacht, Rhineland’ı yeniden askerîleştirdi.
5 Kasım 1937: Hitler’in Üst Düzey Askerî Liderlerle Tekrar Buluşması
Hitler, 5 Kasım 1937’de Dışişleri Bakanı, Savaş Bakanı, ordu, donanma ve hava kuvvetleri komutanlarıyla küçük bir toplantı yaptı. Hitler toplantıda Almanya’nın dış politikasına ilişkin vizyonunu, Avusturya ve Çekoslovakya’nın gerekirse güç kullanılarak kısa sürede ele geçirilmesi ve ardından toprakların daha da genişletilmesi gibi planlarını paylaştı. Ordu Başkomutanı Werner Freiherr von Fritsch, Savaş Bakanı von Blomberg ve Dışişleri Bakanı Konstantin von Neurath, etik gerekçelerden ziyade özellikle İngiltere ve Fransa’nın savaşa katılması hâlinde Almanya’nın askerî açıdan hazır olmadığını düşündükleri için itiraz ettiler. Takip eden günler ve haftalarda görüşmeden haberdar olan diğer bazı askerî liderler de Hitler’in planlarını onaylamadıklarını ifade ettiler.
Ocak–Şubat 1938: Blomberg-Fritsch Olayı
1938 yılının başlarında üst düzey Wehrmacht liderlerinin karıştığı iki skandal, Hitler’in planlarını (Kasım toplantısında belirttiği şekliyle) tam olarak desteklemeyen komutanların Naziler tarafından görevden alınmasına fırsat verdi. Bu skandalların ilki, kısa süre önce evlenen Savaş Bakanı Blomberg’in eşinin pornografik resimler ve daha fazlasını içeren bir “geçmişi” olduğu bilgisinin ortaya çıkmasıydı. Bu, bir ordu subayı için kabul edilemez bir durumdu. Hitler, (diğer üst düzey generallerin tam desteğiyle) Blomberg’in istifasını talep etti. Aynı dönemde Ordu Başkomutanı von Fritsch, Himmler ve Reichsmarshal Hermann Göring’in kendisine karşı düzmece eşcinsellik suçlamaları uydurması üzerine istifa etti.
Bu iki istifa, Blomberg-Fritsch Olayı olarak bilinmektedir. İstifalar, Hitler’e Wehrmacht’ı kendi kontrolü altında yeniden yapılandırma fırsatı verdi. Savaş Bakanlığı görevini bizzat Hitler devraldı ve silahlı kuvvetlerin başına General Wilhelm Keitel getirildi. Fritsch’in yerine ise çok daha uysal olan Albay-General Walther von Brauchitsch getirildi. Bu değişiklikler, sadece en aleni olan değişikliklerdi. Hitler, ayrıca Şubat ayı başlarında yapılan bir kabine toplantısında bir dizi zorunlu istifa ve atama açıkladı.
Mart 1938–Mart 1939: Dış Politika ve Genişleme
Almanya, Mart 1938’den Mart 1939’a kadar, Avrupa’da bir savaş çıkarma riski taşıyan bir dizi bölgesel hamlede bulundu. İlk olarak Mart 1938’de Avusturya, Almanya tarafından ilhak edildi. Bunun ardından Hitler, Çekoslovakya’nın sınır bölgesi olan ve etnik Alman çoğunluğun yaşadığı Sudetenland’ın Almanya’ya teslim edilmemesi hâlinde savaş tehdidinde bulundu. Britanya, Fransa, İtalya ve Almanya liderleri, 29–30 Eylül 1938’de Almanya’nın Münih kentinde bir konferans düzenledi. Hitler’in barış sözü vermesi karşılığında Sudetenland’ın Almanya tarafından ilhak edilmesi kabul edildi. Hitler, 15 Mart 1939’da Münih Antlaşması’nı ihlal ederek Çekoslovak devletinin geri kalanına karşı harekete geçti. Bu olaylar, ordunun Üst Komuta Kademesinde gerginliğe yol açtı. Genelkurmay Başkanı General Ludwig Beck, kazanılması mümkün olmayan bir başka savaş ihtimaline uzun süredir karşı çıkıyordu. Ancak onu desteklemeyi reddeden meslektaşları, stratejinin dizginlerini Führer’e devretmeye hazırdılar. Beck, istifa etti ancak istifasının hiçbir etkisi olmadı.

1 Eylül 1939: Almanya’nın Polonya’yı İşgali
Almanya, 1 Eylül 1939’da Polonya’yı işgal edip hızla yenerek II. Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olmuştur. Almanya’nın Polonya’yı işgali, son derece acımasızdı. Alman polisi ve SS birlikleri, bir terör operasyonu kapsamında binlerce Polonyalı sivili kurşuna dizmiş ve tüm Polonyalı erkeklerin zorla çalıştırılmasını istemiştir. Naziler Polonya’nın siyasi, dinî ve entelektüel liderliğini ortadan kaldırarak Polonya kültürünü yok etmeye çalışmıştır. Her ne kadar Wehrmacht liderleri uygulanan politikaları tam olarak desteklemiş olsa da bu suçlar, aslen SS tarafından işlenmiştir. Birçok Alman askeri de şiddet olaylarına ve yağmaya katılmıştır. Wehrmacht’taki bazı kişiler askerlerinin olaya karışmasından memnun değildi, uygulanan şiddet karşısında şok olmuşlardı ve askerler arasındaki düzensizlikten endişe duyuyorlardı. General Blaskowitz ve General Ulex, şiddet olaylarını üstlerine şikâyet bile etmişlerdir. Ancak kısa sürede susturulmuşlardır.
7 Nisan–22 Haziran 1940: Batı Avrupa’nın İşgal Edilmesi
Almanya 1940 baharında Danimarka, Norveç, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve Fransa’ya saldırıp yenilgiye uğratarak bu ülkeleri işgal etmiştir. Fransa’nın şaşırtıcı derecede hızla yenilmesi başta olmak üzere bu zaferler dizisi, Hitler’in ülke içindeki ve ordu içindeki popülaritesini büyük ölçüde artırmıştır. Hitler’in planlarına itiraz eden az sayıdaki subay, artık güvenilirliklerinin kalmadığını ve rejime karşı muhalefet örgütleme potansiyellerinin azaldığını görmüşlerdir. Batı Avrupa’daki zaferin ardından Hitler ve Wehrmacht, dikkatlerini Sovyetler Birliği’nin işgalini planlamaya çevirmiştir.
30 Mart 1941: Sovyetler Birliği İşgalinin Planlanması
Hitler, 30 Mart 1941’de ana komutanları ve kurmay subayları arasından 250 kişiyle Sovyetler Birliği’ne açılacak savaşın mahiyeti hakkında gizlice görüşmüştür. Konuşmasında Doğu’daki savaşın komünizm tehdidini yok etmek amacıyla son derece acımasız bir şekilde yürütüleceğini vurgulamıştır. Hitler’in dinleyicileri, onun savaş kanunlarının açıkça ihlal edilmesi çağrısında bulunduğunu biliyordu ancak buna kimse itiraz etmemiştir. Bunun yerine Hitler’in ideolojik tutumunu izleyen ordu, komünist devlete karşı bir imha savaşı yürütme niyetinde olduklarını açıkça ortaya koyan bir dizi emir yayınladı. Bu emirlerin en kötü üne sahip olanları arasında Komiser Emri ve Barbarossa Kararnamesi, yer almaktadır. Bunlar ve diğer emirler, hep birlikte Wehrmacht ve SS arasında net bir çalışma ilişkisi kurdu. Buna ek olarak emirlerde askerlerin uluslararası kabul görmüş savaş kurallarına aykırı eylemlerde bulunmaları hâlinde cezalandırılmayacakları, açıklığa kavuşturulmuştur.
6 Nisan 1941: Yugoslavya ve Yunanistan’ın İşgal Edilmesi
Mihver kuvvetleri, 6 Nisan 1941’de Yugoslavya’yı işgal ederek ülkeyi parçaladı ve etnik gerilimleri suistimal etti. Almanya, bölgelerden birinde (yani Sırbistan’da) yerel halka çok gaddarca davranan bir askerî işgal yönetimi kurdu. Aynı yılın yaz aylarında Alman askeri ve polis yetkilileri, Yahudilerin ve Romanların (“Çingene”ler) çoğunu gözaltı kamplarına kapattı. Sonbahara gelindiğinde yaşanan bir Sırp ayaklanması nedeniyle Alman askeri ve polis personeli, ciddi kayıp vermişti. Buna karşılık Hitler, Alman yetkililere ölen her Alman için 100 rehinenin vurulması emrini verdi. Bu emri bahane eden Alman askeri ve polis birimleri Sırp Yahudi erkeklerin neredeyse hepsini (yaklaşık 8.000 erkek), yaklaşık 2.000 gerçek ve sözde komünisti, Sırp milliyetçilerini, iki savaş arası dönemin demokratik siyasetçilerini ve yaklaşık 1.000 Roman erkeğini öldürmüştür.
22 Haziran 1941: Sovyetler Birliği’nin İşgal Edilmesi
Alman kuvvetleri, 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ni işgal etti. Üç milyondan fazla Alman askerinden oluşan üç ordu birliği, kuzeyde Baltık Denizi’nden güneyde Karadeniz’e kadar uzanan geniş bir cephede Sovyetler Birliği’ne saldırmıştır.
Alman kuvvetleri, aldıkları emirler doğrultusunda Sovyetler Birliği halkına son derece acımasız davranmıştır. Partizan saldırılarına misilleme olarak bazı köyler tamamen yakılmış ve bazı bölgelerde kırsal nüfus, tamamen kurşuna dizilmiştir. Milyonlarca Sovyet sivili, Almanya’da ve işgal altındaki topraklarda zorla çalışmaya gönderilmiştir. Alman planlamacılar, başta tarımsal ürünler olmak üzere Sovyet kaynaklarının acımasızca sömürülmesi çağrısında bulunmuştur. Bu, Almanya’nın doğudaki başlıca savaş hedeflerinden biriydi.

Haziran 1941–Ocak 1942: Sovyet Savaş Esirlerinin Sistematik Olarak Öldürülmesi
Doğu operasyonunun başından itibaren Almanların Sovyet savaş esirlerine yönelik politikası, Nazi ideolojisi tarafından yönlendirilmiştir. Alman yetkililer, Sovyet savaş esirlerini kendilerinden aşağı ve “Bolşevik tehdidi”nin bir parçası olarak görüyordu. Sovyetler Birliği, 1929 Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamadığı için savaş esirlerine yiyecek, barınak ve tıbbî bakım sağlanmasını gerektiren ve savaşta çalışmayı ya da bedensel cezayı yasaklayan düzenlemelerin geçerli olmadığını savundular. Bu politika, savaş sırasında esir alınan milyonlarca Sovyet askeri için felaket olmuştur.
Savaşın sonunda 3 milyondan fazla Sovyet esiri, Alman esaretinde ölmüştür (Britanyalı ya da Amerikalı esirlerin yüzde 3’ü hayatını kaybederken Sovyet esirlerin yaklaşık yüzde 58’i ölmüştür). Bu ölü sayısı, bir kaza ya da savaşın olağan bir sonucu değil tam tersine kasıtlı bir politikaydı. Ordu ve SS, Yahudi ya da komünist oldukları ya da “Asyalı” göründükleri için yüz binlerce Sovyet savaş esirinin kurşuna dizilmesinde işbirliği yapmıştır Diğer Sovyet savaş esirleriyse uzun yürüyüşlere ya da sistematik açlığa maruz bırakılmış, tıbbî bakımdan mahrum edilmiş, çok zor şartlarda barındırılmış ya da tamamen barınaksız bırakılmış ve zorla çalıştırılmıştır. Alman kuvvetleri, defalarca “güçlü ve acımasız bir şekilde harekete geçmeye” ve Sovyet savaş esirlerinin gösterdiği “her türlü direniş kalıntısını yok etmek için” tereddütsüz bir şekilde “silahlarını kullanmaya” davet edilmiştir.
1941 Yazı ve Güzü: Wehrmacht’ın Holokost’a Katılımı
Alman generallerin çoğu, kendilerini Nazi olarak görmüyordu. Ancak Nazilerin hedeflerinin çoğunda hemfikirlerdi. Nazi politikalarını desteklemek için askerî açıdan geçerli nedenler olduğu görüşündelerdi. Generallerin gözünde komünizm, direnişi besliyordu. Ayrıca Yahudilerin komünizmin arkasındaki itici güç olduğuna inanıyorlardı.
SS’ler arka bölgelerin güvenliğini sağlamayı ve Yahudi tehdidini ortadan kaldırmayı teklif ettiğinde ordu da birliklere lojistik destek sağlayarak ve hareketlerini koordine ederek işbirliği yaptı. Ordu birlikleri, infaz mangaları için Yahudilerin toplanmasına yardım etti, öldürme alanlarını kordon altına aldı ve bazen kendileri de infazlarda yer aldı. Tetikçilerin geride bıraktığı Yahudiler için gettolar kurdular ve Yahudilerin zorla çalıştırılmasına bel bağladılar. Tedirginlik belirtileri gösteren bazı birlikler olduğunda generaller, katliamları ve diğer sert önlemleri meşrulaştıran emirler yayınladılar.
2 Şubat 1943: Alman 6. Ordusu’nun Stalingrad’da Teslim Olması
Ekim 1942’den Şubat 1943’e kadar süren Stalingrad Muharebesi, savaşta önemli bir dönüm noktası olmuştur. Şiddetli çatışmalar, aylarca sürdükten ve ağır kayıplar verildikten sonra Hitler’in verdiği doğrudan emrin aksine hayatta kalan Alman kuvvetleri (yaklaşık 91.000 kişi), 2 Şubat 1943’te teslim oldu. İki hafta sonra Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, Berlin’de seferberlik önlemlerinin radikalleştirilmesi ve topyekûn savaş çağrısında bulunan bir konuşma yaptı. Ülkenin karşı karşıya olduğu zorlukların kabul edildiği bu konuşma, Nazi liderlerinin çaresizliğinin artmaya başladığına işaret ediyordu.
Stalingrad’da alınan yenilgi, Alman birliklerini savunmaya geçmeye zorladı ve Almanya’ya doğru uzun bir geri çekilmenin başlangıcı oldu. Ordu, geri çekilirken Hitler’in emriyle yakıp yıkma politikası uygulamış ve geniş çaplı bir yıkıma yol açmıştır. Ayrıca Almanya’nın nihaî zaferi hakkında şüphelerini dile getiren askerlerin acımasızca tutuklanması gibi uygulamalar yoluyla askerî disiplinin korunmasına yapılan vurgu artmıştır.
20 Temmuz 1944: Valkyrie Operasyonu
Üst düzey subaylardan oluşan küçük bir grup, Nazi suçlarına genel olarak kayıtsız kalsalar da (komploculardan bazıları, Yahudilerin katledilmesine bile katılmıştı) Hitler’in ölmesi gerektiğine karar verdi. Savaş kaybedildiği için Hitler’i suçluyor ve onun liderliğini sürdürmesinin Almanya’nın geleceği için ciddi bir tehdit oluşturduğunu düşünüyorlardı. 20 Temmuz 1944’te Rastenburg’daki Doğu Prusya karargâhında askerî bir brifing sırasında küçük ama güçlü bir bomba patlatarak Hitler’e suikast girişiminde bulundular.
Hitler, kurtuldu ve komplo başarısız oldu. Hitler, kendisini öldürmeye yönelik bu girişimin intikamını çabucak aldı. Generallerden bazıları, intihar etmeye zorlandı ya da küçük düşürücü soruşturmalara maruz bırakıldı. Bazılarıysa Berlin’deki meşhur Halk Mahkemesi’nde yargılanıp idam edildi. Hitler, Alman subay kadrosunun geri kalan üyelerine şüpheyle yaklaşsa da subayların çoğu 1945’te Almanya teslim olana kadar hem Hitler hem de Almanya için savaşmaya devam etti.
1945–1948 Büyük Savaş Suçları Davaları

Almanya’nın Mayıs 1945’te teslim olmasının ardından bazı askerî liderler, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar nedeniyle yargılanmıştır. En yüksek rütbeli generaller, Ekim 1945’ten itibaren Almanya’nın Nürnberg kentinde Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi önünde 22 büyük savaş suçlusunun yargılanmasına dâhil edilmiştir. Alman Silahlı Kuvvetleri’nin yüksek komuta kademesinden Wilhelm Keitel ve Alfred Jodl suçlu bulunarak idam edilmiştir. Her ikisi de Hitler’i suçlamaya çalışmıştır. Ancak Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi, üstler tarafından verilen emirlerin bir savunma olarak kullanılmasını açıkça reddetmiştir.
Nürnberg’deki Amerikan Askerî Mahkemesi önünde daha sonra görülen üç Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi davasında da Alman ordusunun işlediği suçlara odaklanılmıştır. Hüküm giyenlerin çoğu, Soğuk Savaş’ın ve Bundeswehr’in kurulmasının neden olduğu baskıyla erken serbest bırakılmıştır. Ne yazık ki insanlık suçu işleyenlerin birçoğu, hiç yargılanmamış ya da cezalandırılmamıştır.
Dipnotlar
-
Footnote reference1.
FL Carsten, Reichswehr Politics [Reichswehr Politikaları] (Berkeley: University of California Press, 1973), 50.
-
Footnote reference2.
Robert B. Kane, Disobedience and Conspiracy in the German Army, 1918–1945 [Alman Ordusunda İtaatsizlik ve Komplolar, 1918–1945] (Jefferson, North Carolina: McFarland & Company, 2002), 82-83.
-
Footnote reference3.
Grundzüge deutscher Militärgeschichte [Alman Askerî Tarihinin Temel Özellikleri] (Freiburg i.B.: Militärgeschichtliches Forschungsamt, 1993), 329.
-
Footnote reference4.
German Historical Institute, “Summary of Hitler’s Meeting with the Heads of the Armed Services on November 5, 1937” [“Hitler’in Silahlı Kuvvetler Komutanlarıyla 5 Kasım 1937’deki Toplantısının Özeti”], 25 Kasım 2019 tarihinde erişilmiştir, http://germanhistorydocs.ghi-dc.org/sub_document.cfm?document_id=1540. Orijinali Almanca olan ve Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan “Minutes of the Conference in the Reich Chancellery, Berlin, November 5, 1937, from 4:15–8:30PM” [“Reich Şansölyeliğinde Konferans Tutanakları, Berlin, 5 Kasım 1937, 16:15-20:30”] başlıklı toplantı tutanaklarının elektronik çevirisi, sitede mevcuttur.
-
Footnote reference5.
The Wannsee Conference and the Genocide of the European Jews: Catalogue with Selected Documents and Photos of the Permanent Exhibit [Wannsee Konferansı ve Avrupalı Yahudilere Uygulanan Soykırım: Kalıcı Sergiden Bazı Belge ve Fotoğraflardan Oluşan Katalog], (Berlin: House of the Wannsee Conference, Memorial and Education Site, 2007), 39-40.